Ankara-Himalaya Bir Mini Tren Hikayesi..

 Fotoğraflarda, Theodore Elle Leveau’yü görüyorsunuz, en üstteki ciddi görünüşü, Ülkemizde Bayındırlık Bakanlığında çalıştığı yıllarda çekilmiş, alttaki ise atmışlı yılların sonlarında neşeli ve doğal hali. Dostları ona kısaca ‘Theo’ diyorlar, bizim nesile çok anı bıraktığı için artık bizim de ‘Theo’muz..

Theo, Fransız, daha on dokuz yaşında kendini orduda savaşın içinde buluyor. Üç sene sonra 1918 yılında Birinci Büyük Savaş bittiğinde göğsünde ‘Savaş Kahramanı Madalyası’ ile yarım bıraktığı Mimarlık okuluna geri dönüyor. Güzellikleri tasarlayan ‘Peyzaj Mimarı’ olmasında, ‘savaşın yıkıcılığına karşı’ direnme etkisi var mı bilmiyoruz. Hocası ile birlikte, Havana Şehir Meydanlarında, Barselona’da, Louvre Müzesinin düzenlenmesinde, omun imzası vardır artık.  

Onun Ülkemize nasıl geldiğini çok önce yazdığım Çubuk Barajı yazımda anlatmıştım. 1936 senesinde sadece Barajın Peyzajı için geldiği Ankara onu bırakmadı. Kendi Ülkesi İkinci Büyük Savaşta yıkılır, yakınlarını savaşta kaybederken o acılarını unutabilmek için Ankara’mızı güzelleştirmeğe uğraşıyordu. Aşağıya aldığım fotoğrafta gördüğünüz tamamen onun eseridir. (Bazı kaynaklar Planını Jansen’in yaptığını iddia etseler de proje ve çizimler Theo’ya aittir. H. Jansen’in sert, katı çizimleri yerine daha romantik, yumuşak bir proje yapmış ve adını kendi koymuştur. ‘Parc de Jeunesse’)

Theo’nun yarattığı ‘Gençlik Parkı’nda neler vardı derseniz, alttaki fotoğrafta gördüğünüz köprünün iki yanındaki Çay bahçeleri, Özellikle ‘Recep Özgen’ sıcak Ankara günlerinde, akşam üstü sokak komşularımızla toplu halde keyifli anlar yaşadığımız, sonrasında gittiğimiz Luna Park, çarpışan otomobiller gözlerimin önünde.

Gölün üstünde betondan gemi şeklinde yapılmış Restorana ancak Üniversiteyi bitirdikten sonra gidebilmiştim. Açık Hava tiyatrosu sanki Antik Tiyatroların bir örneği gibiydi, Muammer Karaca’nın Cibali Karakolu’nu, Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü’yü Ankara seyircisi burada izlemişti. Havuz kenarında, salkım söğüt ağaçlarının arasında birbirinden uzak masaları ile ‘Fenerbahçe Restoranı’ akşamcıların vaz geçilmeziydi. Lunaparktaki gazinolar birbirleriyle ‘ünlüleri’ getirmek için yarışırlardı. Kısacası tam bir Panayır yeri gibiydi ‘Gençlik Parkımız’. Unutmadan ekleyeyim, birçok arkadaşımın evlendiği ‘Nikah Salonumuz’ da onun sınırları içindeydi. İşte bugünkü konumuz olan ‘Mini tren’ güzel parkımızın ‘Özel’ parçasıydı.

Plan, 1936’da Atatürk’ün başkanlığında yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında onaylanmış ancak Gençlik Parkı, 19 Mayıs 1943 Gençlik ve Spor Bayramı’nda açılmıştı.

1930 lu yıllar Ülkemizin gurur kaynağı ‘Demiryollarımızın’ yapıldığı yıllar. Bu sevgiyi, coşkuyu yaşatmak için Gençlik Parkı’ Projesine bir ‘Mini Demiryolu’ eklenmişti.

İşte bugünkü yazımızın konusu olan Mini Trenimiz, Dünyada dar açıklıklı, (Rayların arası ancak atmış santim) olan sayılı trenlerden birisiydi. Tamamen Türk Mühendis ve işçileri tarafından tasarlanıp Eskişehir Cer Atölyelerinde yapılan buhar kazanlı dört lokomotif ( İkisi yedek ) adları için halka sorulmuş ve anket sonunda birine ‘Mehmetçik’ diğerine ‘Efe’ adı verilmişti.

Üstte aldığım fotoğraf 1957 yılında çekilmiş, Mini Trenin  lokomotifi Eskişehir’den yüklenirken, bizler onunla aynı yıl tanıştık.

Spor kulüplerinin armaları işlenmiş ve kulübün sembol renklerine boyanmış vagonlarında, karşılıklı oturma yerleri ancak dört kişiyi alabiliyordu.

Bir vagon çocuklar için düzenlenmişti, atlara, oyuncak arabalara binen çocuklar için.

Başlangıçta dört istasyon vardı. Bilet alarak girdiğiniz bu istasyonlardan iki tanesinin (biri Behiçbey İstasyonu) Projesini Mimar Kemalettin Beyin çizdiğini yazıyor bazı kaynaklar, çok genç yaşta projeden çok önce kaybettiğimiz Kemalettin Bey için bu yazılanlar doğruysa, böyle bir demiryolunun yapılması düşüncesinin tarihi 1920 li yıllara dayandığını gösterir, önemli bir detay umarım araştırırlar.

En popüler istasyonlardan biri Ankara Garının olduğu meydana açılan giriş kapısının olduğu yerde, diğeri ise, Operanın yanındaki çıkışta bulunan yeraltı istasyonuydu.

İki kilometreden kısa bu özel tren yolculuğunu yaşamak keyfi ne yazık ki Ankara’lılar için uzun sürmedi. Metro inşaatı bahanesi ile ilk kazılan ancak yıllarca öylesine terk edilen bizin Mini Trenimizin demiryolu hattı bir daha hiç açılmadı.

O günlerden kalma fotoğrafları aşağıya alıyorum.

Yirmi seneden fazla Ankaralıların sevgilisi olan ‘MiniTren’e ne oldu derseniz. Uzunca bir müddet Parkın içinde öylesine bir umutla beklediler..

Sonrasında adları değiştirilerek biri Sivas Garına ‘4 Eylül’ adıyla diğeri ‘Kocatepe’ adıyla Afyon’a yerleştirildi.

Diğer ikisine Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi yönetimi sahip çıktı. Üniversiteyse aldılar.

Üniversitenin kampüsünden öğretim binalarına yıllarca öğrencileri taşıdı. Öğrencilerin belleklerinde güzel bir anı olarak kaldı sadece. 2002 yılından bazı fotoğrafları aşağıya alıyorum.

Artan maliyetler sonrası bu ‘Mini Trenimiz’ durdu, lokomotifi ve bir vagonu ile ‘Cafe’ olarak hizmet veriyor şimdilerde..

Ülkemizde Mini Tren hikayesi böyle sonlandı ne yazık ki. Başka ülkelerde benzerleri var mı diye sorarsanız, evet, Hindistan’a uzanmamız gerekiyor bunun için. Yazıyı çok uzatmamak için bir sonraki durağımız Himalayaları ayırmak zorunda kaldım.

Şimdilik sevgiyle ve güzel anılarla kalmanız dileklerimle,

(Bu konuda daha fazla bilgi ve fotoğrafa, yazımda bazı fotoğraflarını kullandığım ‘Kent ve Demiryolu’ sitesinden ulaşabilirsiniz. İyi ki böyle araştırmacılarımız var.)

M.  Meran  Pakel

Antalya, 01.05.2024

345  (14/24)

Leave a comment