

Yukarıda gördüğünüz fotoğraflar Bursa’nın eski Hanlarından ‘Koza Han’a ait. Neredeyse kesintisiz altı yüz yıldır aynı iş kolunda çalışan işletmelerin mekânı. 1900 lü yıllardan aşağıya aldığım fotoğrafta ‘Hanın’ görüntüsünde, bir bakıma Ülkemizin o günlerdeki yıpranmışlığını, yokluğunu görüyorsunuz.

Burada bir ara verip size önce Koza’dan İpek ipliğinin nasıl bulunduğunu anlatalım. Hikâyeye göre, efsanevi (Bu terimi özellikle kullandım, bazı kaynaklar onun yaşamadığını bazıları ise MÖ 2000 ler de yaşadığını savunuyorlar) Çin İmparatoru aşağıda resimde gördüğünüz (Sarı İmparator olarak da anılan) Huangdi’nin eşi İmparatoriçe Leizu elinde çay bardağı ile saray bahçesinde dolaşırken, çiçeklerle ilgilenmek için bir köşeye bıraktığı fincanına bir koza düşer, sıcak suda ayrışan kozanın iplikleri bardağı doldurur, Prenses bardağını almak için geldiğinde gördüğü olayı şaşkınlıkla anlatır.


Günümüzden dört bin yıl öncesi olduğu söylenen bu olay, her şeyi yazıya döken Çinliler tarafından belgelenmiş. Ancak Çinli arkeologların son bulguları ‘İpeğin’ çok daha eskilere neredeyse M.Ö. 9000 li yıllara kadar uzandığını gösteriyor.
Bu yazıyı yazarken, Bahçelievler Deneme Lisesinde Sevgili Biyoloji öğretmenimiz Mualla Ezer (Sayın Prof Dr Üstün Ezer’in annesi) tahtaya çizdiği İpek böceğinin yaşam döngüsü, gözlerimde canlandı. Tırtıl olarak başlayarak böceğe dönüşümü, kendi kozasını (bir yerde mezarını) örerek, oradan kanatlanarak bir kelebek olarak yeniden dönüşü. O yıllarda Sevgili öğretmenimiz bu ‘Sonsuz Yaşam’ın sadece ipek elde etmek için insanlar tarafından sonlandırıldığını hiç söylemedi. İpek böceği Kozasına girdikten sonra zamana karşı bir yarış başlardı, o çıkmak için gün sayarken, üretici at, katır, eşek ne bulursa, bir an önce Koza Hana yetiştirmek için. Hana varsanız da işiniz bitmez, İpekçiler tek tek kozaları inceler sadece üzerinde delik olmayanları alırlardı.

Sağlam kozalar Hanın alt katında (günümüzde kafelerin olduğu bölüm) odun ateşinin hiç sönmediği büyük kazanlara atılır, iplikçiğe dönüşürdü. (Belki inanmayacaksınız ama kaynaklar bir kozadan neredeyse bin metre iplikçik çıktığını yazıyor) Kelebeğin delip çıktıklarından ise sadece işe yaramayan kısacık parçacıklar.

Yüzlerce kozanın atılıp kaynatıldığı bu kazanlarda, enteresandır birbirlerine dolanmaz, kaygan yumuşacık iplikçikler. Kadınların özellikle yüzyıllardır vaz geçilmezi olan ipek bir zamanlar (naylon çoraplar ortaya çıkmadan önce) kadın çorabı olarak kullanıldı adına film bile çevrildi.

Günümüzde Koza Han hiç değişmeden ‘İpek Dünyasının’ Ülkemizde kalbi olarak işlevini sürdürüyor.

Koza Handan sonra başlığımızın ikinci bölümü için yukarıda fotoğrafta gördüğünüz Köy Enstitüsüne dönüyorum. Isparta’nın Gönen Köyüne kurulmuş, eğitim yuvası. Adını oradan almış ‘Gönenköy Enstitüsü’. Başta Burdur’un köylerinden gelen TÖS (Türkiye Öğürmenler Sendikası) başkanı Fakir Baykurt olmak üzere yüzlerce aydın bu okuldan yetişmiş. Aşağıda fotoğrafta gördüğünüz Ahmet Yamacı onlardan birisi.

Köy Enstitülerinde ‘Müzik’ eğitimin bir parçası, her genç enstrümanı çalmayı öğrendiği gibi ayrıca onu kendi imal edebiliyordu. Öğretmeninin hediye ettiği ‘saz’ Tefenni doğumlu Ahmet’in ‘Müzik’ hayatının başlangıcı oldu. Kendi yazdığı şiiri besteledi, 19 Mayıs töreninde çalındı.

1944 yılında Ankara Radyosuna girdi, sormasında İstanbul Radyosu ‘Yurttan Sesler’ Koro Şefi oldu. (O yıllarda TRT daha kurum olarak ortada yoktu, her Şehir kendi Radyosunu kuruyordu)
Dedem ve büyük Amcamın evlerine ziyarete gittiğim çocukluk yıllarımda, güneşin ufukta kaybolmağa başladığı saatlerde, ‘Torunum aç bakalım şu radyoyu da ‘Yurttan Sesleri’ dinleyelim’. Kimi hüzünlü çoğunlukla neşeli türküler baladında, bana bir çocuk olarak anlam ifade etmezken onlar keyiflenir, bazen de mırıldanarak katılırlardı.
Köy Enstitüsünden yetişen Ahmet Kamacı iki yüz elliye yakın eserin notalarını yazarak Ülkemize kazandırmıştır. Aşağıya sözlerini aldığım ‘Türkü’ onundur.
İbrişim örmüyorlar (oy oy)
Sevmişim vermiyorlar (dayanamam ben, sabredemem ben)
Tanrının zalimleri (oy oy)
Münasip görmüyorlar (sabredemem ben)
Altın yüzük, kol bilezik, kollar nazik oy oy
Ben yarimden ayrılmışım dayanamam ben
Ben güzelden ayrılmışım sabredemem ben
Kara dut parmak gibi (oy oy)
Kız yüzün kaymak gibi (dayanamam ben)
Beni yardan ayıran (oy oy)
Kurusun yaprak gibi (sabredemem ben)
Değerli Etimolog Nişanyan, sözlüğünde ‘ibrişim’ kelimesinin ‘bükülmüş ipek’ anlamında Farsçadan geldiğini yazıyor. Bir zamanlar ‘Kasnaklara’ gerilmiş kumaş veya bezlere, özenle işlenen çiçek bezemeleri ‘İbrişimlerin’ parlak ve yumuşak iplikler ile yaratılırdı.
Türküye gelince Adana’da bulmuşlar. İpek ve ibrişimi bilen ama yöreye gelip âşık olan bir gencin yakarışları olabilir mi ne yazık ki bilmiyoruz.
İpekten ibrişime uzanan hikayemiz burada sonlanıyor.
Sağlık ve güzelliklerle olmanız dileklerimle..
M. Meran Pakel
Antalya, 23.05.2024
348 ( 17/24)
