‘Kanyonun Bekçisi’…

Yukarıya aldığım fotoğrafta gördüğünüz kalıntılar, güzel Ülkemizin ‘Zengin Kültürel Miraslarına’ ev sahipliği yapan bir yöremizden, Uşaktan.

Fotoğraf meraklılarının özellikle sonbahar, kış aylarını seçtiği bu yer ‘günümüzde’ Blaundus olarak biliniyor.

Makedonyalı İskender’in Anadolu’yu işgali sonrası, bu toprakların gerçek sahiplerinin yarattığı Şehirler, yapılar önce Pers Kralı Kirus II tarafından yağmalanmış ama fazla yıkılmamıştı, kalanını İskender halletti. Yeni kurulan yerleşimlere farklı adlar verdiler. Bugün tanıtacağım ‘Blaumdus’ veya ‘Blaundos’ ne derseniz uygundur, yazılı olarak Strabon (Türkçe baskı s:64) ‘Coğrafya’ kitabında karşılaşıyoruz, işgalcilerden neredeyse üç yüz sene sonra, ‘Friğya ile Lidya’yı ayıran sınır yeri’ olarak not düşmüş. Ondan yüz sene sonra Gök bilimci Batlamyus aynı yeri tanımlamış kendi haritasının yer aldığı eserinde. Dört yüz sene sonra, Atinalı’ Stefan kapağını aşağıda gördüğünüz, sistematik çalışmasında, Ege adaları ve Anadolu’daki tüm ‘Helen’ yerleşimlerini sıralamış, bine yakın bu sıralama içinde ‘Blaundus’ adı yok, onu Helen şehri olarak kabul etmemiş anlaşılan. Neredeyse ona yakın farklı ad var, yakıştırılan.

Arayıp sorulmayan bu yere, 1800 lü yılların başlarında İngiliz gezgin Arundel geliyor. Dönüşünde yazdığı ‘Küçük Asya’da Keşifler’ kitabı 1834 yılında basılınca uykusundan uyanıyor. Altta gördüğünüz gravür bu eserden.

Arundel’den iki sene sonra, gezgin William Hamilton bugün kullanılan adı, ‘Mekodonian Blaumdus’ olarak bir yazıtta görür, böylece günümüzde kullanılan ad ortaya çıkar. (Hamilton belirtmemiz gerekir ‘Arkeolog’ değil ‘Jeolog’ Anadolu’ya geliş nedeni Likya Altın Madenlerinin kaynağını araştırmak.)

‘Adı’ üzerinde bu kadar uzun uzadıya yazmamızın nedeni, geçmişini bir anda silerek sadece Mekodonyalıların kurduğu’ bir şehir kimliği vermekle, gerçek Anadolu’lu Likya ve Frigya’lılara yapılan büyük haksızlık.

Bu uzun girişten sonra biz, Anadolu halkının, dağların sırtlarındaki düzlüklere verdikleri ad olan ‘Belen’i kullanarak ‘Belendüz’ antik yerleşimini size tanıtalım.

Yukarıdaki fotoğraflarda gördüğünüz gibi üç tarafı yetmiş ile yüz elli metre arasında değişen dik yamaçlarla çevrili.

Giriş ancak kuzeyde gördüğünüz bu kapıdan sağlanabiliyor.

Belki inanmayabilirsiniz ama burası Ülkemizin en ‘bakir’ kazı alanı. İçeriye makine sokulamadığı için yalnız yüzey araştırmaları yapılabildi.

Bu yerin en ‘gizemli’ yapısı altta gördüğünüz ‘Megalitik’ taşlardan oluşuyor. Hemen ona da ‘Kamu binası’ yakıştırmasını vermiş yetkililer, neden ve neye göre araştırmadan. O zaman buna benzer Mimarinin bir örneğini Antik Roma, Yunan’da nerede görüldüğünü de açıklamak zorundalar benzerliği iddia edenler. Belki, Perslerin, Mekodonyalıların ‘Tanrısal Güçlerden’ korktukları için yıkamadıkları bir ‘Gözlemevi’(!) bilmiyoruz. Bildiğimiz MS 60 yılında yöreyi yerle bir eden depreme karşın bu taşların yerinde durduğu.

Bir aralar meraklılar için yetkililer, Teleskop da yerleştirmişlerdi.

Bütün bu sorularımızın cevabını ancak, kalıplardan arınmış, yeni nesil ‘Genç araştırmacı Arkeologlarımız’ verecek, buluntularıyla.

 İlk ışığını 2022 yılında gördük. Belendüz’de bir ‘silindirik mühür’ bulundu. Şehrin Makedonyalılar tarafından kurulduğu efsanesi çöktü, mühürün Asur Tüccarlarına ait olduğu anlaşıldığında.

Doğu-Batı kervan yolu üzerinde, tüm ovaya hakim bu yer anlaşılan daha çok konu olacak..

Sağlıkla güzel günlerde görüşmek umuduyla.

M.  Meran  Pakel

Dalyan. 28.07.2024

353  (22/24)

Leave a comment