6 Ekim

Bir Şehrin Hikayesi

Geçtiğimiz 6 Ekim İstanbul’un 1789 gün süren ‘İşgalinden’ kurtuluş günüydü. Kurtuluş Savaşımızın 9 Eylül’de İzmir’in Kurtuluşu ile sonlandığı, Tarih öğretmenlerimizin bize öğrettiği ‘eksik’ bilgiden midir bilmiyorum, bu nedenle İstanbul’un Kurtuluşu ya hiç anlatılmaz ya da sadece bir Tarih olarak ezberletilirdi. 9 Eylül’de İzmir’e girildi, 6 Ekim’de İstanbul kurtuldu diye düşünenler olabilir, oysa ikisi arasında tam bir sene bir ay fark var. Peki, ne oldu, neden bu kadar zaman geçti derseniz, ‘3 Kuruş’luk bilgimizle o günleri tekrar yaşayalım.

Kurtuluş Savaşının kritik günleri, İzmir’in Kurtuluşu sonrası başladı. İzmir’i 11 Eylül’de Bursa, 14 Eylül’de Bergama’nın kurtuluşu takip etti.  Ordu Çanakkale’ye doğru ilerlemeğe başlar.

Bir gün sonra 15 Eylül günü ‘Acilen’ Birleşik Krallık Parlamentosu toplanır. Sevr Antlaşmasına göre ‘Tarafsız Bölge’ ilan edilen Çanakkale’ye girilmesi halinde ‘Anadolu Kuvvetlerine karşı’ ne yapılması gerektiği tartışacaktır. Yakın Tarihe ‘Çanakkale Krizi’ olarak geçen olay böyle başlar.

Oturum iki gün sürer. (Tarafsız Bölgeyi Fransız, İtalyan ve İngiliz olmak üzere üç Ülke askeri korumaktadır) Alınacak karara bu üç Devletin birlikte Karar vermesi gerektiği bu nedenle Dış İşleri Bakanın, ‘Acilen’ temasları yapabilmesi için oturumlara ara verilir.    

Savaş için askeri destek almak üzere yukarıda fotoğrafta gördüğünüz Birleşik Krallık Dış İşleri Bakanı Lord Curzon Fransa’ya 18 Eylül günü gider.

Fransa’da görüşeceği kişiyi size biraz tanıtmam gerekiyor.  Altta fotoğrafta gördüğünüz kişi, Hukuk eğitimi almış bir siyasetçi, adı Raymond Poincere.

Tam bir Alman karşıtı olan Raymond, Fransa’nın Birinci Büyük Savaşa İngiltere’yi de yanına alarak başlatmasına neden olan Siyaset adamı. 1920 li yıllarda Cumhurbaşkanlığı da yapmış, agresif siyasetçi, o sırada Resmi görevi ‘Başbakan’. Curzon onunla buluşuyor. ‘Ankara Hükümetine’ karşı Savaşa ‘Olur’ cevabını alınca, Ülkesine dönmek için 19 Eylül’de yola koyuluyor, ancak Calais’den Dover’e geçmek üzere iken ‘Acele Geri dönmesi için’ telgraf alıyor. 20 Eylül günü ikinci defa Poincere’nin yanına gittiğinde aldığı cevap onu şok eder. ‘Çanakkale’deki askerlerimize ‘Savaşmamaları ve en kısa zamanda Fransa’ya geri dönmeleri için emir verdiğini’ bildirir. Bu ani karar değişikliğine neden olan kişiyi de size tanıtmalıyım.

Fotoğrafta gördüğünüz General Charles Antoine Charpy, uzun uzadıya Askeri geçmişini anlatmayacağım, bizi ilgilendiren onun ilk defa Türklerle karşılaşması. Fransızlar Batı Trakya’yı işgal ettiklerinde, General Charpy komutan olarak geliyor. Gerçekte asker olamayacak ‘İnsancıl’ bir yapısı var, Türklerle ilk defa Gümülcine’de karşılaşıyor.

Askeri Tarih dersinde öğrendiği Kanuni’nin Fransa kralı I. Fransuva’ya yaptığı iyiliği unutmayacak kadar Milliyetçi. Bu sempati, Türklere, Batı Trakya’da bulunduğu zaman boyunca ‘iyiliği’ dokunmasının ana nedeni. Batı Trakya Halkı bunu karşılıksız bırakmıyor, ayrılık günü geldiğinde, toplanıyor ve belki inanamayacaksınız, alkışlarla uğurluyorlar. Aşağıya aldığım fotoğraf General Charpy Batı Trakya’da iken çekilmiş. (Bu konuda daha fazla bilgi ve fotoğrafı, Sayın Harun Halil’in Batı Trakya’da Fransız İdaresi 1919-1920 yazısında bulabilirsiniz)

Uzun uzadıya sizlere tanıttığım General Charpy Çanakkale’deki Fransız Birliklerinin Komutanıydı. Başbakanın ‘Savaşa hazır olun’ telgrafına verdiği cevap netti. ‘Başta ben ve Askerlerim savaşmak istemiyoruz Türklere karşı’ Burada olayı değerlendirmek gerekirse, Charpy hissi değil ‘gerçekçi’ davranıyor. Ekonomik sıkıntı içinde olan Ülkesinden gerekli desteğin gelemeyeceğini bildiğinden belki de.

Tekrar Eylül ayına dönersek, olayın ertesi günü ordunun İstanbul’a gireceğini düşünen Damat Ferid apar topar kaçıyor.  Bu arada Birleşik Krallık Dış İşleri Bakanı Curzon, o günün olanakları ile, en hızlı iletişim aracı olan telgrafın başında, Kanada Başbakanına ‘Savaşa Destek’ mesajı gönderiyordu. Başbakan Mackenzie King, ‘Bu yeni durum, sekiz yıl önce katıldığımız Büyük Savaştan farklı, buna ben karar veremem, ancak Meclis karar verir’ diyerek, üstü kapalı da olsa ‘katılmayacaklarını’ bildirdi. Curzon, destek için, İtalya, Romanya ve Sırbistan’a telgraflar gönderdi. Büyükelçilerin yoğun çabası gece gündüz demeden çalışmaları sonuçsuz kaldı. İtalya, Romanya ve Sırbistan Çanakkale’de savaşa katılamayacaklarını ilettiklerinde Curzon’un elinde sadece ‘Sömürge Ülkeleri ve Dominyonları’ kalmıştı.

Avustralya ve Yeni Zelanda Hükümetleri Başbakan Lloyd George’un kararının, ‘Bize danışılmadan verilmiş bir karar olduğunu, katılmayacaklarını, asker göndermeyeceklerini’ Hindistan kesin olarak asker vermeyeceğini bildirir.

Bütün bu gelişmelerin içinde olan General Harrington’a ‘Ankara Hükümeti’nin ne şartlarda Ateş kes anlaşmasına yanaşabileceğini sorar Curzon. Hamilton istihbaratını yapmış, bilgilendirilmişti, cevap verdi. ‘Trakya’da ki son Yunan Birlikleri temizleninceye kadar savaşa devam edecekler. 22 Eylül 1922.’

Burada bir ara verelim ve bizim yoğun yaşadığımız Kurtuluş Savaşımızın İzmir’de sonlanan günlerini, Batı Dünyasının gazetelerinde ne kadar farklı gösterildiğini izleyelim.

Yukarıya aldığım gazeteler 23 Eylül 1922 tarihli ABD gazeteleri. İzmir’in ağır topçu ateşi altında yıkıldığını, yandığını, binlerce Amerikalının kayıp olduğunu söylemekle kalmıyor en az yüz bin Hristiyan ve Yunanlının öldürüldüğü haberini veriyorlar.

22 Eylül günü Orient Express yolcuları Sirkeci’de indiğinde, İngiliz kontrol memuruna genç adam ABD pasaportunu uzatır. Altta pasaportunun resimli sayfasında gördüğünüz kişi, Kanada’da yayınlanan ‘Toronto Star Daily’ gazetesinin ‘olayları’ anında bildirmesi için görevlendirdiği gazetecidir.

Tepebaşındaki Büyük Londra Oteline yerleşir ve izlenimlerini içeren ilk yazısını gönderir.  (Bu yazı ancak 30 Eylül’de yayınlanacaktır.) British Strong Enough to Save Constantinopleİngilizler İstanbulu Kurtarmak için yeterince güçlü. Bu yazıyı yazan Ernest Hemimgway Birinci Büyük Savaşa ambulans şoförü olarak katılmış, bacağından yaralanmıştı. 23 Yaşındaki muhabir o günlerdeki İstanbul’u, ‘endişe, korku içinde bekleşen kaçmak için biletlerini önceden almış, ortalıkta sadece üniformalıların dolaştığı ve dedikodunun doldurduğu’ şehir olarak değerlendirecektir. Türk Ordusunun her an İstanbul’a geleceğine inanıyordu Hemingway dahil, yaşayanlar.

Uzun uzun anlattığımız bu yoğun olaylar sadece on iki günün özeti. Acaba Türk ordusu gerçekten İstanbul’a girmek istiyor muydu bunu ancak ileride öğrenebileceğiz.

23 Eylül gününe geldiğimizde, Birleşik Krallık Parlamentosu tek bir konu için toplandı. ‘Türk Ordusunun ilerlemesini durdurmak ve ne olursa olsun Trakya’ya geçmesini engellemek. Bunun için ‘Acilen’ bir anlaşma sağlamak.’

Altta fotoğrafını gördüğünüz Parlamento Binasında 23 Eylül oturumu sert tartışmalarla başladı.

Curzon’un net açıklamaları, Muhafazakarların katı tutumu, ‘Büyük Britanya bir avuç askerin karşısında boyun mu eğeceğiz.’ Sözlerinin yükseldiği oturumda karşı görüş, ‘Eğer Türkler Trakya’ya çıkarlarsa, artık önlerinde onları durduracak hiçbir güç olmaz, isterlerse Atina’ya kadar giderler’ ağır bastı. Çözüm olarak ‘onlardan önce Doğu Trakya’yı boşaltmayı teklif edelim ve sınırları çizelim’ önerisi Parlamentoda kabul edildi. (Bu karar Muhafazakâr Partinin Hükümetten ayrılmasına, sonrasında Başbakan Lloyd George’un Siyasi hayatının bitmesine neden olacaktır)

Aynı gün Parlamentonun Kararı, İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington’a iletildi. Vakit kaybetmeden, Harrington, bir nota ile ‘Ankara Hükümetine’ Doğu Trakya’nın, ‘Ateş kes anlaşması imzalanırsa’ boşaltılacağı bildirildi.

Yazıya, cevap Ankara’dan altı gün sonra 29 Eylül günü gelir, ‘Barış Görüşmelerine kadar’ Ateş kes için görüşme yeri Mudanya önerilmiştir. Fark ettiyseniz yazı oldukça anlamlı, Ankara Hükümeti savaşmak yerine ‘Barış Görüşmelerini’ teklif etmektedir. (Lozan’a giden yolun ilk işaretidir tarihimizde).

3 Ekim günü İsmet İnönü’nün karşısına üç general yerleşir. İngiliz İşgal Kuvvetlerini Hamilton, Fransız İşgal Kuvvetlerini daha önce tanıttığımız General Charpy, İtalyan’ları ise, General Monbelli temsil etmektedir. Yunan Komutan General Mazarakis ise karaya çıkmamış açıkta bekleyen İngiliz gemisinde kalmayı istemiştir. (Altta gördüğünüz fotoğraf İnönü Vakfından alınmıştır, sol başta Charpy yanında Hamilton , İsmet İnönü ve Monbelli )

Doğu Trakya’nın nasıl ve nereye kadar, orada yerleşik insanlar arasında çatışma yaşanmadan boşaltılmasının detayları görüşülmektedir Mudanya’da. Sekiz gün sürecek olan bu toplantıların tam ortasında, İsmet Paşa’ya bir haber ulaştırılır. İngilizler Gelibolu’ya 203. Hava Birliğinin uçaklarını indirmişlerdir. (Alttaki Fotoğraf o günlerden)

Eğer araya Hamilton girip İsmet Paşa’yı ikna etmese toplantı sonlanacaktı, onun güvence vermesi üzerine anlaşma imzalandığında 13 Ekim gününe gelinmişti. İki gün sonra yürürlüğe girecekti, en geç bir ay içinde Doğu Trakya boşaltılacaktı.

İstanbul’dan trenler aralıksız seferlerine başladı. Ayrılanlar içinde bu göçü yerinde izlemek isteyen Hemingway’de vardı. O günlerde yaşadıklarını 1920 li yılların sonlarında bir arkadaşının ısrarı ile kitaplaştırdı. İlk baskısının kapağını aşağıya alıyorum. (Gazete küpürlerinden oluşan kolaj daha sonraki baskılarda yerini ‘Göçü’ hatırlatan bir desene bıraktı)

(Ülkemizde 1970 yılında Milliyet Yayınlarında sonrasında 1988 yılında Bilgi Yayınlarında yayınlandı.)

Doğu Trakya’dan sadece Yunan askerleri çekilmedi, yüz binlerce Rum Vatandaşımız mallarını bırakarak ayrıldılar ama bir tek kişinin bile canı yanmadı. Hiç kurşun atmadan, savaşmadan Trakya sınırlarımız belirlendi.

Doğusundan ve Batısından sarılan İstanbul’un kaderi yapılacak olan Lozan Barış görüşmelerine kalmıştı.

Tarih yorumcuları, bir satranç oyunu gibi karşılıklı hamlelerle geçen bu olaylarda ‘siyaseti çok iyi bilen’ İngilizlerin hatasını şöyle anlatıyorlar, ‘İngilizler Trakya yerine İstanbul’u teslim etselerdi 6. Mehmet tahttan -vatana ihanet suçlaması ile- indirilecek yerine veliaht Abdülmecid geçecek ve Osmanlı kısa bir süre sonrasında tamamen parçalanacaktı(Üzerinden yüz sene geçtikten sonra yorumlamak kolay, Büyük Önder M. Kemal’in Kurtuluş Savaşına başlamadan neler düşündüğünü bir anı ile ileride sizlere yazacağım için yorumları geçiyorum)

Kronolojimize devam edersek, Trakya’nın boşaltılmasına başlandığından iki gün sonra 17 Ekim günü İstanbul’dan M. Kemal’e bir telgraf geldi. Sadrazam Tevfik Paşa, ‘Yapılacak barış görüşmelerinde ortak davranmak’ üzerine fikrini soruyordu. (Büyük Önder M. Kemal’, kendisinin değil, Meclisin karar vereceğini bildirmiş olmalı)Üç gün sonra Tevfik Paşa TBMM Başkanlığına aynı konuda daha detaylı bir telgraf gönderir. (Sadrazam Tevfik Paşa’nın Eski Dış İşleri Bakanı ve deneyimli bir Siyasetçi olduğunu her iki telgrafı da Ankara Hükümetine, ‘hazırlıklı olun İngilizler bizi de çağıracaklar’ bilgisini ulaştırmak için çektiği bilinmektedir. Sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu İsmail Hakkı Beyin, 16. Tümen Kurmay Başkanı olarak Albay rütbesi ile İstiklal Savaşına katıldığını tekrar hatırlatmalıyım)

Bir hafta sonra 28 Ekim günü Ankara Hükümeti ve Osmanlı Devleti ‘resmen’ İsviçre’nin Lozan Kentinde yapılacak toplantıya davet edilir. Yakın Tarihimizin en zor kararının alınacağı güne gelinmiştir.

30 Ekim günü, TBMM toplandı. Gündeme göre önergeler sırası ile okundu üçüncü Celsede sıra Sinop Milletvekili Dr. Rıza Nur ve seksen iki arkadaşının imzaladığı önergeye geldi. Önerge okunduğunda, Lozan’ı görüşeceklerini düşünen Milletvekilleri şaşkındı. Önergenin özetini alıyorum, ‘Osmanlı İmparatorluğuna son verilip Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin onun yerine kaim olduğuna, Teşkilâtı Esasiye Kanuniyle hukuku hükümrani milletin nefsine verildiğinden Istanbul’daki Padişahlığın mâdum olduğuna, İstanbul’da meşru bir hükümet tanınmadığına ve Makamı Hilâfetin esir bulunduğu ecnebiler elinden kurtarılacağına’ önerge tartışmalar, karşılıklı görüşlerle sürdü. Sonunda oylamaya sunuldu 132 kabul oyuna karşılık iki red ve iki çekimser oy verildi. Ancak yeterli çoğunluk olmadığı gerekçesi ile 1 Kasım Çarşamba günü toplanmak üzere ara verildi.

1 Kasım günü neler konuşuldu merak edenler için yukarıda gördüğünüz TBMM Meclis zabıtlarına internet üzerinden kolayca ulaşabilirsiniz. Bir tek red oyu ile Saltanat kaldırıldı, üstelik o günün ‘Hakimiyeti Milliye Bayramı’ olarak kutlanması kabul edildi. (Bu bayram 1932 yılına kadar kutlanmıştır)

7 Kasım günü 6. Mehmet İngiliz zırhlısı HMS Malaya ile İstanbul’dan ayrılır. Saltanatın Başkentinin geleceği artık 22 Kasım’da başlayacak olan Lozan Barış görüşmelerine kalmıştır. Sekiz ay süren (arada kesilse de) en uzun ‘Barış Görüşmesi’ yeni Ülkenin, ‘Türkiye Hükümeti’ olarak tescili olacaktı.

Lozan Anlaşmasının imzalanmasına karşın, İngilizler İstanbul’dan ayrılmamış neredeyse üç ay daha kalmışlardır. Altta gördüğünüz Şehre giren Selahaddin Adil Paşa ile İşgal Devletleri Komutanı Harrington arasındaki devir teslim fotoğrafıdır.

Ordunun İstanbul’a girişi ‘Kurtuluş Günü’ olarak kabul edildi. Bu uzun yazı bilmem o zor günleri yeterince anlatabildi mi? Neyse ki General Harrington tüm detayları ile o günleri, sıcağı sıcağına kaleme almış. Ordudaki kısa adı ‘Tim’i kullanarak ‘Tim Harrington Looks Back (Tim Harrington Geçmişe bakıyor) başlığı ile 1940 yılında yayınlamış.

Geçmişe ve Tarihe çok ilgili olan bizlere neredeyse seksen beş yıl sene sonra altta gördüğünüz kitap halinde ulaştı..

Bu uzun yazıyı sonlandırırken merak edenler olabilir, Hemingway Trakya’da bir zaman daha kaldı, sonrasında ABD adına Barış görüşmelerini takip etmek için Lozan’a geçti. O gençlik günlerini arkadaşlarına ‘hep bir gizli servis ajanı olmak istiyordum’ diyerek aktaracaktır.

Barış ve güzel günler dileklerimle,

M.  Meran  Pakel

Antalya, 15.10.2024

366  (35/24)

Leave a comment