‘Bu gece son gecemiz acı günler yakında
Bir ömür böyle geçti olamadık farkında
At kadehi elinden bin parçaya bölünsün…’
Sözleri ile başlayan Sevgili Teoman Alpay’ın bestelediği şarkı, özellikle Sadrazamı ve Sultan İbrahim’in son günlerini hatırlatıyor.
Tahta çıktığı sene ‘depremle’ sarsılan Başkent İstanbul, arkasından üst üste çıkan iki yangınla harab olmuş, bu da yetmezmiş gibi yeni vergiler çıkarılmıştı. Saray bir tarafta Sultanı iyileştireceğini iddia eden, başta ‘Cinci Hoca olmak üzere, ‘üfürükçüler’ ‘Nefesi kuvvetli hocalarla’, diğer yanda Osmanlının neslini devam ettirebilmesi için getirilen Cariyelerle dolmuştu.
Çocukluğunu hiç yaşamamış Padişahı oyalamak için masal anlatan bir cariyesinin, ‘Evvel zaman içinde bir Padişah varmış, samur kürkü çok severmiş..’ masalından etkilenen İbrahim, Topkapı Sarayının bir çok bölümünü ‘Samur Kürkle’ özellikle Haremi kaplatmış, işi öylesine abartmış ki bahçede gezinen kedilere bile kürk giydirdiğini birçok Tarihçi yazıyor. Rusya’dan teknelerle getirip bu işin ticaretini yapan Tüccarların ‘fahiş’ fiyatla sattıkları da notlar arasında. ‘Samur ve Amber Vergisi’ adı altında alınan vergi, ayrım göstermeksizin tüm vatandaştan ve devlet memurlarından toplanmış. Girit Savaşından yeni dönen bir Paşanın cevabı ibret vericidir. Kendisinden vergi tahsil etmek isteyenlere, ‘Ben de yağlanmış barut ve kandan başka bir şey yoktur.’
Rüşvetin en yaygın olduğu dönem, işin üstadı Tezkereci Ahmet Paşa. Katiplikten gelme, her yazdığı yazı için akıl almaz rüşvetlerle zengin olmuş. Boğazına düşkün, şişmanlıktan zor yürüyor, bir dolap çevirerek Sadrazamlık koltuğuna da oturunca, yolsuzluk iyice artıyor.
Sadrazamın hırsı, onun ve Padişahın sonunu hazırlıyor adım adım. Sipahiler ve Ocak ağaları sonunda ‘Halkın Sesi’ olur, Fatih Camiinde toplanır, Sadrazamı isterler. Korkusundan saklanan Ahmet Paşa bulunur, cami avlusunda öldürülür. (Bundan sonrasını gerçekten yazmak bile zor. İnsanlık dışı ama ibret için yazmak zorundayım.)
O kadar ağırdır ki bir beygire bağlanır, sürüklenerek Fatih’ten Sultan Ahmet meydanına getirilir, orada derisi yüzülür. Belki inanmayacaksınız ama yağları ve etleri parça parça ‘Şifalıdır’ diyerek halka dağıtılır.
Tarihimizde adlarının önüne Farsça ‘bin’ anlamına gelen ‘Hezar-hazar’ kelimesi getirişmiş iki Ahmet vardır.
Birincisi Hezarfen (bin bilimli-çok bilgili) Ahmet Çelebi’dir IV. Murad devrinde yaşamıştır, diğeri ise yukarıda anlattığımız Hezarpare (Bin-parça) Ahmet Paşa’dır.
Sonrasında ne oldu derseniz, doğruca azgın kalabalık Topkapı Sarayı’na yürür. Valide Kösem Sultan onların karşısına çıktığında, saygı gösterirler. Padişahın tahtan indirilmesini isterler. Bundan sonrasını Tarihçi Sakaoğlu’nun ‘Bu Mülkün Sultanları’ kitabından alıyorum, ‘Kösem Sultan. ‘Ya sabiden (çocuktan) Padişah olur mu’ diye sorunca, Şeyh ül İslam ‘Akıldan yoksun büyüğün hükümdarlığının caiz olmadığını, akıllı çocuğun ise hükümdar olabileceğini’ söyler. Kösem Sultan bu cevap üzerine, ‘Öyleyse içeri varayım sarıcığını sardurub geleyim’ dedi.
Oracıkta kurulan tahta Osmanlı İmparatorluğunun en genç Padişahı olarak oturan IV. Mehmed sadece altı yaşındaydı.
Biad (Padişaha bağlılık) töreninde korkudan ağladığını yazıyor Tarihçiler.
İbrahim’e ne oldu derseniz. Başladığı yere geri döndü. Kafes Kasrına kapatıldığı 8 Ağustos’un ertesi günü, oradan kaçtığı haberi şehre yayıldı. Dükkanlar kapandı. Tam bir Panik havası vardı. Saray bunun üzerine Mimarbaşını alarak, hapsedildiği iç Kasrın pencerelerini ve kapısını tuğla ile ördürdü. Osmanlı Tarihinde ilk defa bir Padişah ‘diri diri’ ölüme bırakılıyordu. Bu olay kapatıldıktan kaç gün sonra oldu ben bilmiyorum. Saray içinde İbrahim’i sevenlerin özellikle, saray Sipahilerinin söylemlerinin artması üzerine tahttan indirilmesinden on gün sonra, Şeyh ül İslam’ın ‘Bir Saltanatta iki halife olmaz. Katli vaciptir’ fetvası üzerine duvar yıkıldı, içeri girdiler. İnfazı yerine getirecek, onlarla birlikte gelmiş olan Cellat Kara Ali kaybolmuş, halk arasına, Hocalar ve üfürükçülerin yaydığı ‘İbrahim, bir ermiştir, Evliya’dır’ sözlerinden etkilenen, acımasız Cellat korkmuş bir köşeye saklanmıştı. Bulup getirildi, İbrahim kardeşleri gibi ‘Kafes Kasrının’ odasında, (kaç gün aç kaldı bilmiyorum) bu dünyadan ayrıldı.

Sekiz buçuk yıllık saltanatı sırasında İstanbul iki büyük deprem, büyük yangınlar geçirmiş, gökte çıplak gözle izlenen bir kuyruklu yıldız belirmiş. Daha ilginçtir ‘sıcak yağmurların yağdığını’ yazmış devrin ‘Vakanüvisleri’. Bu nedenle halk arasında adı ‘Uğursuz Padişah’ olmuştur.
Tarihin Babası olarak kabul edilen Heredot yazdıklarını ‘H’storia’ adında toplamış. Yani ‘Hikayeler’. Bu nedenle ‘geçmiş’ bizim için ne kadar ‘gerçek’ bilmiyoruz. Biz de bugünkü hikayemizi yazılanlar kadarı ile aktarmağa çalıştık
Sevgi ve güzelliklerle kalmanız dileklerimle,
M. Meran Pakel
Dalyan, 25.12.2024
376 (45/24)
