Fotoğraf Marmara Denizi’nin görüntüsü. İstanbul’un Bayazıt semtindeki bir otelden çekilmiş. Şehrin yedi tepesinden biri olan bu yerde, büyük bölümünün görülebilmesi nedeniyle ‘Yangınları gözlemek’ için Osmanlı Döneminde meydanla aynı adı taşıyan kule inşa edilmiş. ‘Bayazıt Kulesi’ Üniversite yıllarım zamanında güzelliği seyretmek için çıktığım yerlerden biriydi. İtfaiye gurubunun görev aldığı kuleye çıkmak pek de kolay değildi. Asansörün olmadığı, eğri ve her basamağı farklı yükseklikteki ahşap merdivenlerden, tırmanış yapmak zorundaydınız ama sonunda görüntü olağanüstüydü. Şu anda çıkılabiliyor mu bilmiyorum, kuleden çekilmiş bir fotoğraf belki size bir fikir verebilir, güzelliği için.

Bayazıt camisinden adını alan Meydan. Osmanlı Şehzadelerinin Sarayı, Padişahın kılıç kuşanma merasimlerine tanıklık etmesinin yanında, en acımasız işkencelerin uygulandığı ‘Bekirağa Bölüğünün’ de yer aldığı bir yer. Üniversitelerin yapılması çevreyi gençlerin alanı haline getiriyor. Cumhuriyetle birlikte, Laleli Semti çeşitli talebe yurtlarına ev sahipliği yaparken, semt ve daha aşağılarda deniz kenarındaki çay bahçeleri, gençlerin saatlerce oturup ders çalışabileceği mekanlarla doluyor. Burada bir çay içer istediğiniz kadar kalıp ders çalışabilirdiniz. Meydanı kültür yuvasına çeviren, bir kapısı meydana, diğeri Kapalıçarşı’ya açılan ‘Sahaflar Çarşısı’nı da unutmamak gerekiyor. Meydana açılan kapının başındaki Çınarın altındaki kahve günümüzde işlevini, anılarını koruyor. Bu uzun girişten sonra başlığımıza dönersek ‘Unutturulmak istenen Anıt’ 1963 yılında alta aldığım fotoğrafta gördüğünüz Marmara Sinemasının önüne dikildi.


Anıt yol kenarında, ‘Özgürlük’ diye bağıran Turan Emeksiz’in vurulduğu yere dikilmişti. Sadece yirmi yaşındaydı, Malatya’dan gelmişti, birinci sınıfında okuyordu Orman Fakültesinin ‘Özgürlük istediği için’ vurulanlardan biriydi. Anıt heykelin, her gün yanından geçer, o yıllarda okuduğum İTÜ’ye gitmek üzere otobüs beklerdim durakta. Kendime göre yorumlamıştım, aşağıda gördüğünüz heykeli. Sıkılmış bir yumruk gibiydi, direnci gösteren metal kütle.

Bu yazıyı yazarken öğrendim Güzel Sanatlar Akademisinden (Günümüz Mimar Sinan Üniversitesi) heykel bölümünden mezun olduğunu Semahat Acuner’in. Üstelik 1959 yılında bitirmiş, o yılları yaşayan birisi. Erkek sanatçının yarattığını var saymıştım, üç metre yüksekliğinde, ağır metal ve kaynakla birleştirilmiş eserin sahibini öğrenmek beni şaşırttı.
Yıllarca duran anıt 1980 li yıllarda yerinden kaldırıldı, caddenin karşısında ilgisiz bir yere taşındı. O bir anıt değildi artık.

Kimi sanat yazarları eseri, Çatlamış bir tohuma, kimi, çam kozalağına’ benzetiyorlar, ben bir direnişe.
Bu da yetmemiş gibi Cağaloğlu’nda eski Milli Türk Talebe Birliği önünde bulunan aşağıda gördüğünüz büstün yerinden kaldırıldığı haberini basınımız yayınladı.



Yazımızı Nazım Hikmet’in Turan Emeksiz için yazdığı şiirle bitirelim.
Bir ölü yatıyor
on dokuz yaşında bir delikanlı
gündüzleri güneşte
geceleri yıldızların altında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.
Bir ölü yatıyor
ders kitabı bir elinde
bir elinde başlamadan biten rüyası
bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.
Bir ölü yatıyor
vurdular
kurşun yarası
kızıl karanfil gibi açmış alnında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.
Bir ölü yatacak
toprağa şıp şıp damlayacak kanı
silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip
zaptedene kadar büyük meydanı. Mayıs 1960
(Bu şiir Nazım’ın son şiirlerinden birisidir, ölümünden üç sene önce yazmıştır)
Sağlıklı, güzel günlerimizin olması dileklerimle,
M. Meran Pakel
Dalyan, 30.04.2025
394 (13/25)
