İstanbul için yerleşmiş bir deyiş olan başlığımız, şehrin ‘fırsatlar’ beldesi olduğu şeklinde yıllar boyu söylenip durdu. Atmışlı yıllarda bir milyondan daha az nüfusu olan şehir ‘Altına Hücum’ sonunda neredeyse yirmi milyona dayandı. Yoksa gerçekten İstanbul’da altın var mıydı?

Hikayemiz yukarıda fotoğrafta gördüğünüz V. Murad ile başlıyor. Osmanlı hanedanının otuz üçüncü Padişahı ama en çabuk tahtını kaybeden Padişah. Amcası Abdülaziz Padişahlığı sırasında yeğeni Murad için Kadıköy yakasında, günümüz Marmara Üniversitesi sınırları içinde bir av köşkü yaptırır, köşk adeta bir saraydır. Yazımızın bundan sonraki bölümünü Sayın Pınar Erkan’ın ‘Gazete Kadıköy’de yayınlanan yazısından bazı bölümler olarak alıyorum.
‘İç mekânlarda altın yaldızlı ceviz kapıları, billurdan merdiven korkulukları, avizeleri, Batılı üslupta mobilyaları, domino masası, piyano, duvarlarda asılı yağlı boya tablolar nam salmış, hatta üst katta duş düzeneği varmış. .. köşkün güzelliğini duyan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Sultan kalkıp bir gün ziyarete gelmiş. .. köşkün kuzey yönündeki duvarlarının ötesinden Kurbağalıdere de geçer, yaz aylarında deredeki kurbağaların hiç susmadan bağrışması tenha sessizlik içinde her yerden duyulurmuş…. köşk, Cumhuriyet devrine kadar ihtişamını korur. Sonra bir müzayedeyle içindeki kıymetli eşyalar satılır. Yıllar sonra köşkün önüne Sigorta Hastanesi yapılır. Bahçeye de eğitim enstitüsü. Kalan arsa parsellenip satılınca yeni bir mahalle doğuyor: Fikirtepe. Arkadan geçen caddeye günümüzde Sarayönü Caddesi denilmektedir.’
Yazısının devamını Sayın Dr Müfid Ekdal’dan alıntıladığını yazıyor, devam edelim ‘Yolun kenarında geniş, büyücek bir kuyu vardı. Küçük bir çatının koruduğu makine tertibatıyla kuyudan su çekiyorlar. Kuyudan köşke bağlantı kurulmuş ve hemen kuyunun yanında yer alan su terazisiyle köşke giden suyun basıncı düzenlenebiliyor. Bu terazinin kulesi yerli yerinde duruyordu. Kuyubaşı ismi buradan gelmektedir.’ Kuyubaşında Ahmed Ağa isminde bir adamın olayını ekliyor. ‘. Müfid Ekdal’ın anlattığına göre Ahmet Ağa, sabahın erken saatlerinde sırtına vurduğu bir çuval kumla Kuyubaşı’ndaki evine döner, çuvalındaki kumları bahçede büyücek bir leğene dökermiş. Kumları defalarca yıkarmış. En sonunda su yüzeyinde toplanan incecik, sarı küçük plakaları biriktirirmiş. Her gün tekrarlarmış bu işi. Sarı noktacıklar fındık büyüklüğüne erişince götürüp Kadıköy’deki bir Ermeni kuyumcuya satarmış. Ahmet Ağa bu işi çok gizli sürdürürmüş. Kumları Kurbağalıdere’nin neresinden topladığını kimseye söylemezmiş.’(*)
Anlaşılan Ahmet Ağa günümüzde geçerli yöntem olan ‘Yıkama’ ile gerçekten altın toplamış. Peki, İstanbul’da altın var mı derseniz, yıllar önce aşağıya fotoğrafını aldığım Sevgili Yerbilimleri hocamız Prof Dr İhsan Ketin Pendik sırtlarında bize kuvarsit damarlarını göstermişti.

(Altın kuvars ve kuvarsit tarafından yeryüzüne taşınır, altın arayıcıları önce bu kayaçları arar, ona ulaşmak için)
Ne yazık ki en üste aldığımız fotoğrafta gördüğünüz ‘Kurbağalıdere’ daha ne sırlar saklıyor bilmiyoruz.
Sağlıklı güzel günlerde buluşmak umuduyla,
(*) Pınar Erkan ‘Gazete Kadıköy’ Kadıköy’de Sultan V. Murat’ın sarayı03 Şubat 2022
M. Meran Pakel
Kadıköy, 06.07.2025
403 (22/25)
