‘Orada bir adamız vardı Tuna’da..’

Çocukluğumuzda ilk öğrendiğimiz şarkılardan biriydi, ‘Orda bir köy var uzakta..’ Ahmet Kutsi Tecer, babasının köyü Apçağa löyü için yazmış sözlerini. Bu şarkı ile çağrışım yapan bir yer, bugün konumuz. Tecer’in Sevgili babasının, içinden geçtiğim güzel köyünü bir başka yazıda size aktarırım, devam edelim. Tuna Nehri üzerinde, gitmesek de görmesek de bir adamız vardı. Tamamen kendimizin inşa ettiği, yerleştiği bu adanın adı bile Türkçe idi, Adakale.

Tuna Nehrinin asırlar boyunca aşındırıp karadan ayırdığı, sonrasında kum ve siltleri yığdığı küçücük toprak parçasına Osmanlı’nın Tuna Nehrini kontrol etmek üzere, kale inşa etmesi ile başlıyor, Adakale’nin hikâyesi.

Kalenin yapıldığı yıllardaki görünümü, yukarıya aldığım çizimde gösterilmiş ama Kale hiç saldırıya uğramadığı gibi işgal de edilmemiş. İşlevini kaybeden kalenin taşları da sökülerek başka yapılarda kullanılmış, alta aldığım fotoğraf  yapılışından neredeyse üç yüz sene sonra geriye kalanları gösteriyor.

Adaya hiç Kilise yapılmamış, hiç Hristiyan yerleşimi olmamış, tek Camisi var Halısı ile ünlü. Sultan II. Abdülhamid göndermiş, o kadar büyük ki ağırlığından dolayı zor taşımışlar, tam beş yüz kilo olduğu söyleniyor. Ada geleneksel olarak en sevilen iki ağaçla doldurulmuş, biri servi (diğer adıyla selvi) ve kavak. Aşağıdaki fotoğraf 1900 başlarında, adanın kartpostalına ait.

Ada halkı o yıllarda yoksul, tek gelirleri, Türkiye’den getirttikleri tütünleri işleyerek sigara yapan fabrika. 1923 yılına geldiğimizde, Lozan Andlaşması sırasında bizimkiler Yeni kurulacak ‘Türkiye Cumhuriyetinin’ kavgası ile uğraşıyorlar, Adakale akla bile gelmiyor. Batılılar (belki de bilerek) tek kelime bile etmiyorlar. Adakale tek başına kendi kendine yaşamına devam ediyor.. Birinci Büyük Savaş sonrası sınırlar değişmiş, adanın kuzeyi Romanya, güneyi Yugoslavya olmuş, ikisinin arasında kalmış. Adalılar, Sırplar yerine Romenlere daha sempatik bakıyorlar, hatta Kralları Ferdinand özellikle ziyaretlerine gelmiş, kumda pişirilmiş dibek kahvesi ile kralın kalbini kazanmışlar. Onun yerine geçen oğlu Filip, Lozan Andlaşmasından iki sene sonra adayı ziyaret eder, ona da kahve ikram ederler üstelik babasının içtiği aynı fincanla. Ada artık ‘Resmi’ olmasa da Romanya’nın himayesi altındadır. Vergi alınmayacak, Ticari özerkliği olacaktır ancak tek şartla ‘kazanılan paranın bir kısmı kesinlikle adanın gelişmesi için harcanacaktır.’ 1930 lu yıllar Adanın altın yıllarıdır. Meraklı Avrupalıların akınına uğrar, kayıtlar şaka değil, kırk bin turisti ağırladığını yazıyor, yılda. O günlerde çekilmiş fotoğrafları aşağıya alıyorum. Çarşısını görüyorsunuz.

Baklavayla, ceviz tatlısı ile, kuru incir ve börek çeşitleri ile Avrupalılar Ülkemize gelmeden önce burada tanıştılar. Alta aldığım resimde gördüğünüz gibi Ada’yı Avrupa’da bağımsız ‘küçük bir devlet’ gibi görüyorlardı Batılı ziyaretçiler.

Sonrasında ne oldu derseniz, artık istesek de göremeyiz Adakale’yi. 1970 li yılların başı. Ülkemiz sağ-sol çatışmaları içinde boğulurken, Yugoslavya ile Romanya anlaştı. Tuna nehri üzerine baraj yapmağa karar verdiler. Üretilecek elektrik bölüşülecekti. Göl alanında kalacak olan Adakale boşaltıldı, çoğu Ülkemize geldi, yıllardan sonra. (Alta aldığım fotoğraf 1964 yılında çekilmiş Ada kadınlarının nasıl göründüğünü bilmemiz için ekliyorum)

Dozerlerle yerle bir edildi.  Baraj gölü içinde ada boğuldu gitti. Alta aldığım fotoğraf 1975 yılında tamamlanan Demir Kapı, İron-Gate Barajına ait.

Orada uzakta bir köyünüz varsa, yıkılıp yok olmadan gidip görmek zamanı.

Sağlıkla ve güzel anılarda buluşmak dileklerimle,

M.  Meran  Pakel

409   (28/25)

Leave a comment