Edirne’de kaldığımız otelde ilk gecenin sabahı, gün ağarırken uyandım. Beni uyandıran, gece açık bıraktığım balkon kapısından duyduğum derinden yaklaşan makine sesi, evet, bir trenin sesiydi. (Denizden uzak, Ankara’da ben ve benim gibi arkadaşlarım için, yaz tatiline gitmek Ankara Garından Mototrene binmek, her sene gün sayarak beklediğimiz, heyecanlandığımız bir olaydı. Ne zaman tren sesi duysam bunca sene sonra yine heyecanlandırıyor.) Bir müddet bekledikten sonra tren göründü. Yukarıya aldığım fotoğraf, otelin arka bahçesine bakan odamdan, o günün alacakaranlığında çekildi. (Kendimi zorladım, ‘Daha önce tren yolu kenarında başka bir otelde kaldım mı’ diye. On beş sene önce, uzunca bir zaman Şarkışla’da kaldığım Karaoğlu Tesislerindeki odam istasyona yakındı ama ne istasyonu ne de demiryolu görünmüyor, sadece trenin sesini duyabiliyordum.)
İçimi kaplayan ‘Mutluluğun’ nedeni geçmişte yaşadığım anılar mıydı? Uçuşan kopuk görüntüler içinden temiz saf bir gencin gülümseyen yüzü belirdi. Saf, doğal haliyle ‘Mutluluğu’ sadece ‘Mutluluğun özünü’ arayan gencin adı ‘Candide’ idi.
Candide aşağıdaki resimde gördüğünüz, şu anda yerinde sadece bir meydanın olduğu Paris’de Bastil zindanlarında doğdu.

Bu doğum gerçek bir doğum değildi, hiç penceresi olmayan, kalın taş duvarlı, soğuk, rutubetli, karanlık odada, tüm olumsuz şartlara karşın mahkûm François Marie Arouet’in düşlerinde belirdi, karanlık ortamda canlandı beyninde. François sadece yirmi üç yaşındaydı Bastil’e girdiğinde, neredeyse bir sene sonra serbest bırakıldığında ilk defa gün ışığı ile karşılaştı, o artık eski François değildi. Adını değiştirmiş, ‘Genç’ anlamına gelen bir ad bulmuştu kendine, yanında birlikte, beyninde yarattığı genç arkadaşı Candide’in hem yaratıcısı hem arkadaşıydı artık ‘Voltaire’.
Mutluluğun sırrını arayan genç Candide’i anlatan eserini ancak yıllar sonra yayınladı ‘Voltaire’. Okumuşsunuzdur ama ben yine de tekrarlayayım, bütün Avrupa’yı gezer Candide. Soyluların, asillerin konaklarında şatolarında kalır, başından türlü olaylar geçer ve eserin sonunda (belki şaşıracaksınız) batılıların deyimiyle küçük Asya (Asia Minor) yani Anadolu’ya gelir. Karısı ve kızı ile yaşayan bir çiftçinin evinde konaklar. Saman döşekte deyim yerindeyse deliksiz bir uykudan sonra ertesi gün o evden ‘Mutluluğun Sırrı’nı bulmuş olarak ayrılır. Hayatının büyük bir kısmını zorunlu olarak Fransa dışında geçiren Voltaire, hiç Anadolu’ya gelmemesine karşın bir Filozof olarak birikimleri ile böyle bitirmişti, neredeyse üç yüz sene önce yazdığı kitabını.

Tekrar, Edirne’ye, adını aileden alan ‘Şimşek Hotel’e dönersek; kaldığımız günlerden bir gece, Otelin ‘Cafe-Restoran’ bölümüne geçtik. Girişte büyük duvar, özenle işlenmiş (belli ki Usta bir sanatçının fırçasından ) uçuşan kuşları ile bizi karşıladı.

Meriç Deltasının Ülkemizin en zengin ‘Kuş Cenneti’ olduğunu, Doğa fotoğrafçılarının günlerce bu güzel kuşları izlediklerini biliyorduk ama onlarla burada karşılaşacağımızı beklemiyorduk.
Sayın Çiğdem Şimşek, Sanatçı Meriç Akdiş ile birlikte tasarlamışlar eseri.
Usta sanatçı Meriç Akdiş’in duvara nasıl işlediğini anlatabilmek için o günlerde çekilmiş bazı fotoğrafları aşağıya alıyorum.


Bu çalışmaların zor tarafı tavana yapılan çalışmalardır. İskele kurulur, Sanatçı sırt üstü yatar ve yüzüne akan boyalara aldırmadan eserini tamamlamağa uğraşır. Aşağıda göreceğiniz fotoğraf bunun güzel örneği.

Bu güzel çalışmanın ortasında, Candide’in Anadolu’da bulduğu ‘Mutluluğun Sırrı’ yer almaktadır. Çizim, bir ‘reçete’dir.
Eğer bir gün yolunuz Edirne’ye ve Şimşek Hotel’e düşerse, orada, görebilirsiniz Sevgili Çiğdem Şimşek imzalı ‘Hayatın Sırrı’ reçetesini.


(Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Sevgili Çiğdem Şimşek Hanıma teşekkür borçluyum. Sevgili Usta Sanatçımız Meriç Akdiş kendisinden izinsiz yazdığım bu yazı için umarım bizi bağışlar)
Sağlıkla, mutluluk ve Sevgi ile kalmanız dileklerimle,
M. Meran Pakel
Edirne, 23.09.2025
417 (36/25)
