Başlığımız bir zamanlar çok popüler şarkının sözleri olsa da biz onu İstanbul’da yukarıya aldığımız fotoğrafta gördüğünüz anı-taş (Anıt) için kullanacağız.

İstanbul Sultanahmet Meydanında bulunan Obelisk, Nil nehrinin güneyindeki ‘kızıl granit’ ocaklarından çıkarılıp işlendikten sonra, ikizi ile birlikte (Nil Nehrinin akıntısından yararlanarak, dört yüz tonu geçen ağırlığı, dile kolay yüzdürmüşler. Nasıl taşıdıklarını ileriki nesiller merak eder diye üstelik tekne çizimlerini de papirüslerle bize bırakmışlar.) Karnak Tapınağının Doğu girişine, Güneş Tanrısı Ra için yerleştirilen iki obeliskin kaderi Roma işgali ile değişir. Bin dört yüz yıllık anı-taşları sökülüp zorlu bir yolculuk ile İskenderiye’ye getirilir. Bundan sonra iki kardeş obelisk birbirinden ayrılır önce biri yeni başkent Kostantinople yani İstanbul’a diğeri ise başkent Roma’ya gider ve aşağıda fotoğrafını gördüğünüz Maximus Meydanına dikilir ancak ilerleyen yıllarda terk edilen bu meydanda kaderine bırakılan obelisk devrilir, çamurlara gömülür.

Bin beş yüzlü yıllarda Papalık, Anı-taşı Roma’ya getiren Konstantin’in anısına çamurlarından arındırıp, günümüzde Roma Laterano’da San Giovanni Meydanına dikerler. Avrupa’daki en büyük ve en ağır obelisk olan Laterano Anı-taşı taşıma sırasında mı yoksa sonradan mı bilinmez, kırılmış ve boyu kısalmıştır. 32 Metreye düşen obelisk, kaidesi ve Papanın eklediği haç ile yerden kırk beş metreye ulaşır. (Yolunuz Roma’ya düşerse bu yüksek obeliski belki hatırlarsınız.)

Sultanahmet Meydanında (eski adıyla at meydanı-hipodrom) da bulunan obeliske gelince üç yüzlü yıllarda İstanbul’a getirilmesine karşın, hiç kimse onu dikmeğe cesaret edememiş yaklaşık otuz sene öylece kalmış. Artık Bizans olarak devam eden İmparatorluğun başına Theodosius geçince, ‘Kim bu taşı yerine dikerse ödüllendirilecektir’ sözleri üzerine iki bin senelik (ne yazık ki onunda bir parçası kırılmış) obeliski kaldırmak için harekete geçer Bizanslılar. Ancak onu bir Anadolu bilgesi yerleştirecektir yerine. Batı Anadolu’dan Likya’lı Proclus, kaidesindeki Latince yazıya göre 30, Grekçe yazıya göre ise 32 günde 390 yılında tamamlamıştır bu zor işi.
Yapıldığından bu yana İstanbul farklı yıllarda çok büyük depremlerle karşılaştı, bazısına ‘küçük’ bazısına ‘büyük kıyamet’ adını verdi Tarihçiler, yakınındaki Ayasofyanın kubbesi yarıldı, Sultanahmet Camisinin minareleri birer birer devrildi ama ne Theodosşas anı-taşı ne de yetmiş metre ötesindeki dikili taş sütun bin altı yüz elli beş senedir yıkılmadı, dimdik ayakta kaldı.

1999 depreminde İstanbul’da yuvalarından çıkan viyadük kirişlerini yaşadık. (Bunun basit açıklaması depremde kirişin sağa sola yirmi beş santimden fazla sallanmasıdır) Yukarıya aldığım fotoğrafta gördüğünüz gibi, yaklaşık iki yüz ton ağırlığındaki obelisk, dört bronz ayak üzerine oturmaktadır. Kenarlara uzaklığı yirmi beş santimden daha kısa olmasına karşın yerlerinden kaymamıştır!.
Bronz ayakların oturduğu ‘Rölyefli kaide’ daha yumuşak bir taş olan Marmara Adası mermerlerinden yapılmış ancak dört köşesine yerleştirilen ‘granit köşe taşları’ ile zemine bağlanmıştır. (Aşağıdaki fotoğrafta daha koyu renkte gördüğünüz şekilsiz taşlar bu granitlerdir)

Aradaki mermer blok bir yastık görevi mi gördü bilmiyoruz, bu bilmece, ancak Likya’lı Proclus’un anı-taşı nasıl yerleştirdiği, inşaatın sırrında gizli. Belki de bunu çözersek farklı yöntemle, yeni bir yapı tekniği bizi ‘deprem felaketinden’ bin altı yüz elli beş sene anı-taşı koruduğu gibi, kurtaracaktır.
Sağlıklı, felaketsiz günlerde buluşmak umuduyla,
M. Meran Pakel
Dalyan, 28.11.2025
420 (39/25)
