Yarın Ülkemizin en ‘özel’ bayramı, özgür ve Bağımsız bir Ülke olma yolundaki ilk adım. Peki, kısacık ‘Cumhuriyet’ Tarihimizde bu Bayram hiç yasaklandı mı diye sorarsanız, evet yasaklandı ne yazık ki.
Günümüzden atmış beş yıl önce 1960 yılında, Hükümet ‘Bayramı’ yasakladı ve bununla da yetinmeyerek ‘Anıt Kabir’e’ gitmeği de yasaklandı. O ‘yasaklı’ günü yaşayanlardan biri olan, altta fotoğrafta gördüğünüz, Sevgili Gül Nibras Baturbaygil’in kaleminden dinleyelim.

‘19 Mayıs törenleri ve Anıtkabir ziyaretinin yasaklanması nedeniyle tüm okullar ve halkta olduğu gibi yakından bildiğim AÜHF (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi) ve SBF (Siyasal Bilgiler Fakültesi) çevrelerinde sinirler gergin, heyecan dozu yüksek… Ancak, bizim evde de kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Anam, alı al moru mor (yüksek tansiyon hastası) dolaşıp söyleniyor. (Annesi Remziye Baturbaygil, Bahçelievler Deneme Lisesi Tarih Öğretmeni o zamanlar) Belli ki ortalıkta yayılan Anıtkabir buluşmasından haberi var. Ben, bu buluşmaya gitmeye niyetliyim ama anamın gitmesini hiç istemiyorum. Eski deyimiyle “belâgati yüksek” bir hatip olduğunu ve konuşması durumunda kalabalıkları etkileyip coşturabileceğini çok iyi biliyorum. Gitmemesi için yalvarıyorum, bir de ‘Sen gidersen ben de giderim’ tehdidini savuruyor, sonra okula gidiyorum diye evden ayrılıyorum.
Kızılay’da oturan eski bir kız arkadaşımın evine, onu da almak üzere gidiyorum. Anası-babası izin vermiyorlar ama, Maçka Teknik’ te okuyan ağabeyi Turgay Ardan bana katılıyor. Yolları yürüyerek aşıp Anıtkabir önüne, gitgide artan kalabalıklarla ulaşıyoruz. Aslanlı yolun ağzında tüfek çatmış Mehmetçikler ama engel olan yok. ‘Nasıl iş?’ diye sorgulamadan kalabalıklar Tören alanını dolduruyor.’
Dışarıda gençler toplanırken Anıt Kabir’in içinde sessiz bir bekleyiş vardır. ‘Büyük Önder’ için bir dakika saygı duruşu komutu verilmiştir. Tam bir sessizlik vardır, işte o anda kalabalıktan bir kadın fırlar, kendini çelenkler konmuş mermer kaidenin üzerine atar. Hıçkırarak ağlıyordur, ‘Atam, atam şu halimize bak, Senin Bayramını, sana gelmemizi engelliyorlar.’ Diye bağırır. Bu Tarih öğretmeni Remziye Hanım’dır. Anıt Kabir’in bu özel ‘Saygı Salonu’ bir anda coşar. Devamını yine Sevgili Gül’den dinleyelim.
‘Saat kaç olmuştu, şu anda hatırlayamıyorum, çok heyecanlıyım. Gün ortası bir saat olabilir. Derken, merdivenlerin başındaki kürsüden bir haykırış yükseliyor. Benim anamın sesi…
Donup kalıyorum, gözümde yaşlar. Anamın sol yanında bir albay (ki Anıtkabir Muhafız Alayı Komutanı olduğunu söylüyorlar.) Daha sonra Milli Birlik Komitesi üyesi Albay Osman Köksal, sağ yanında ve arkasında kara gözlüklü siyah giyen adamlar… Akıbeti belli.

( Sevgili Remziye Batırbaygil eli havada, konuşmasını yaparken )
Oradaki haykırışından belleğimde kalan tek bir tümcesi var:
“Ey Atam bak! Türk Milletinin başı nasıl Allaha kalkıyor” Başka sözlerini heyecandan belleğime alamıyorum

( Sevgili Remziye Batırbaygil konuşma sonrası tutuklanmadan önce )
Konuşma bitince anam yok oluyor, kalabalık, bayrak direğinin dibindeki merdivenlerden Saracoğlu’na ve Beşevler’e doğru yönlendiriliyor. Biz de arkadaşımla el ele kalabalık içindeyiz. Apartmanlardan bayraklar sallanıyor, alkış kıyamet… Birden önüme kocaman bir bayrak düşüyor, alıyor ve bedenime doluyorum. Her nasılsa kalabalık arkama geçiyor, ben önder ” Olur mu böyle olur mu?” ve “”Yaşa varol Harbiye” marşlarıyla akıyoruz. Derken göz yaşartıcı bombalarıyla atlı polisler basıyor, kalabalığı dağıtıyorlar, nerden geldiğini bilmediğim bayrağımın nereye gittiğini bilmiyorum. Arkadaşımın evine Kızılay’a doğru gidiyoruz.

( Kızılay Bulvarında Halka ve göstericilere gaz bombasının atıldığı anlardan biri..)
Köprüyü geçip YKM (Yeni Karamürsel Mağazası) önlerine gelmek üzereyken Turgay arkadaşım beni durdurup, ayakkabısını bağlar gibi yaparak arkasını kolluyor, bana “izleniyoruz, sokağa sap ve kaç, ben onları oyalarım” diyor. Diyor ama yanımızda duran bir cipten fırlayan siviller bizi tam anlamıyla ensemizden yakalayıp cipe bindiriyorlar.
Götürüldüğümüz yer, Ulus’ta bir yapının bilmem kaçıncı katı. Bizi, sızdıran gözyaşı bombaları yığılı bir odaya tıkıp bekletiyorlar..
Bizim götürüldüğümüz yerin, polisin 1. şubesi yani “siyasi şube “diye anılan şubesi olduğunu öğreniyoruz. Şube Müdürü Niyazi Bicioğlu sorguya alıyor. Sorgu sonunda ona:
“Öyle bir zaman gelecek ki yerlerimiz değişecek, siz bizim yerimizde biz sizin yerinizde oturacağız” dediğimi hatırlıyorum. (Kendisi o sırada Hukuk Fakültesinde öğrenci) Geceyi orda geçirdik… Ertesi günü bizi, Hazır kuvvet Karakolu haline getirilmiş, Kapalı Spor salonuna otobüslere doldurup getirdiler. Orada ışıklar içinde olsun, elinde çantası ile Muammer Aksoy’u gördüm. Neden, niçin, nasıl yakalandığını bilmiyorum.
Koskocaman spor salonu. Masalar, sandalyeler konulmuş, insan kalabalığı. Birden bir masada tek başına oturmuş anamı gördüm. Eli çenesine dayalı, gene alı al moru mor. Ben ona koştururken, o da beni gördü ve omuzlarıyla bedeninin sanki çöktüğünü gördüm. Nitekim sarıldıktan sonra “Şu anda SEN beni çökerttin” dedi. Kendisi, yakalanınca, Anayasaya aykırı olarak oluşturulmuş “Tahkikat Komisyonu” karşısına çıkartılıp saatlerce İçişleri Bakanı Namık Gedik tarafından sorgulanmış.’
İki gün sonra karşısına çıkarıldığı Askeri mahkemede ‘serbest Bırakılmaları’ kararı çıkar ancak..
‘Bu karar, o gün (21 Mayıs 1960) yurdumuzu ziyaret edecek Pakistan Başbakanı Pandid Nehru’yu karşılamaya giden Menderes’e uçuruldu; alınan yanıt bize geldi. “Ana-kız dışında kimi bırakırlarsa bıraksınlar!”
Yukarıdaki anıları yazan Gül Nibras ve Sevgili annesi ‘mahkeme kararı’ olmaksızın Ulucanlar cezaevinde hapis yattılar. Bugün aramızda olmayan, hiç karşılaşmadığım ancak birbirimizi çok sevdiğimiz Sevgili Gül ablamın anılarını yayınladığı ‘Bahçelievler Deneme Lisesi Anıları’ ikinci kitabından bir bölümünü yukarıya aldığım olaylar böyle.
Güzel günler hep yanımızda olsun dileklerimle,
M. Meran Pakel
Dalyan, 18.05.2025
397 (16/25)
