‘Kazanmak hırsı..’

Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz benim İlkokulum. Ankara’nın Bahçelievler semtinde, İstanbul’un Fethinin beş yüzüncü senesinde, 1953 yılının Ekim ayında açıldı. (O yıl Bakanlık açılan yeni okullara fetihle ilgili isimler verdi, adı buradan geliyor) Ne var ki okulumuz eğitim yılının başlamasına yetiştirilemedi, zorunlu olarak Cumhuriyet İlkokulunda iki haftayı geçirdikten sonra ilk öğrenciler olarak yağlıboya kokuları içinde, temiz sıralar ve yeni önlüklerimizle okulumuza yerleştik.

Gelecekten habersiz, mutluyduk arkadaşlarımızla. (yetmiş iki sene önce başlayan bu arkadaşlığımız birlikteliğimiz devam ediyor, yine aynı coşku ve sevinçle) Ulubatlı Hasan İlkokulu bizlerden sonra kesintisiz devam etti öğrenci yetiştirmeğe, çocuklarımız, sonrasında onların çocukları ile.

Şimdi burada bir ara verip size bir yer tanıtmak istiyorum.

Yukarıda gördüğünüz fotoğraftaki güzel koy, Yunanistan’ın kuzeyinde Ege Denizine üç koldan uzanan Halkidiki yarımadası yakınında. Koya araçla gelmeniz olanaksız, aracınızı yol üzerinde bırakıp, bir patika yoldan yürüyerek iniyorsunuz bakir koya. Burası Yunanca yazılışı ile ζούγκλα (Zoukla diye okunuyor) ‘el değmemiş orman’ anlamına geliyor.

Tekrar İlkokulumuza dönersek, o yıllarda seyyar satıcıların okula girmesi yasak, çıkış kapısı önünde birbirlerinden mesafeli olarak yer alıyorlar. Rengarenk kaynatılmış, boyalı şekerlerin yer aldığı dairesel tepsisi ile Macuncu (çocuklar kısa kesilmiş saçlı ve gözlerinin içine kadar sapsarı tenli bu adama ‘Uyuz’ adını yakıştırmışlardı) Keten ve susamlı helvacı, Elma ve horoz şeker satan şekerci, pamuk helvacı, tabii ki simitler elindeki uzun sopaya geçirilmiş olarak (böylece yere düşme riski ve seçme şansı olmadan) satan simitçi. Bunların dışında ‘Zuglacı’ adını verdiğimiz adını sattığı, şekerlerden alan bir adam vardı.

Sattığı şekerlerin markasıydı ‘Zugla’.  Açık yeşil dış kâğıdı açtığınızda, kâğıdın iç yüzüne basılmış bir hayvan resmi görünürdü. Birçok hayvanın adını ilk defa bu resimlerden öğrenmiştik. Karınca yiyen hayvanın adının ‘Tapir’ olduğu gibi. Esas şeker, incir ve glikozun karışımıydı beyaz kağıda kaplı olarak içinde. ( Üreten gerçekten Zugla dan gelmiş olabilir miydi, incir ve kullandığı resimler bana onun mübadelede ülkemize yerleşmiş vatandaşımız izlenimini verdiği için yukarıdaki yeri belirtmek istedim, yanılabilirim) Zugla’cı tüm çocukların favorisiydi. Satın almamız da esas amacımız şeker yemek değil, dış kağıdına sahip olmaktı. Her hayvan resminin üst köşesine bir numara verilmişti. İşte küçük yaşta kumara biz bu şekilde başladık. Elindeki ‘Zugla’ kağıtları ile gelirdi arkadaşımız sorardı, alt mı üst mü diye. ‘Üst’ dediğinizde kâğıdı açar, üstteki hayvanın numarası alttakinden büyükse kazanırdınız bir Zugla kağıdını.

Oyun gibi gördüğümüz bu olay, bize iki yeni kelime kazandırmıştı, ‘Yutulmak’ veya ‘Ütülmek’ ile ‘Ütmek’.  Ütüldüğümüz zaman üzülürdük ama arkadaşımız ‘yuttuğu’ için sevinirdi. Bazı zamanlarda olayın farkına varan büyüklerimiz evde, zugla’larımızı elimizden alır, yanan sobaya atarlardı.

Piyango bileti ile başlayan şans oyunları giderek çoğaldı günümüzde, yetmedi bahis oyunları.

(Yaş sınırı kâğıt üstünde on sekiz ama internet üzerinden oynanan oyunlarda çoğu, büyüklerinin bilgileri ile sitelere giren çocuklar.)

Bizim bugüne göre masum ‘Zuğla’ mız dahil, tamamı, ‘İnsandaki Kazanmak’ duygusu, isteği, hırsı mi acaba ?

Belki bir gün ‘Kazandığımız’ zaman daha çok şeyler ‘Kaybettiğimizi’ fark eder, arkadaşımızın ‘Zugla’sını ona geri veririz.

Sağlıkla güzel günlerde buluşmak umuduyla,

M.  Meran  Pakel

Dalyan, 08.11.2025

418    (37/25)

Leave a comment