Eğer içinden bir iş yapma isteği gelirse…

Üniversitede okuduğum beş yıl boyunca İstanbul’da, önce Laleli, sonra Nişanca (Kumkapı), sonra da Soğanağa (Beyazıt) benim mahallelerim oldu. En son kaldığım büyük teyzemin evi, Beyazıt’ta Marmara sinemasının yanından aşağı denize doğru inen yokuşu biraz inince, sağa saptığınızda ince düz yolun en sonundaydı. Tanriöven apt. eniştemin teyzesi Leman Tanrıöven’e aitti. Leman hanım İstanbul’un bilinen iki Leman’ın dan biriydi. Leman Arbatlı ve Leman Tanrıöven “Yardımseverler Derneği”nin başkanlarıydılar. Yardımseverikleri insanlık boyutu ötesinde, hayvanları da kapsayacak şekilde genişlemişti. Her zaman dış kapısı açık olan apartmanın içinde belki de tüm Beyazıt’ın sokak kedileri besleniyordu. Apartman kesif bir kedi kokusu ile kaplıydı. Her zaman titiz olan büyük teyzem için durum oldukça zordu. Teyzemin oğlu Erbil’le çocukluktan bu yana birlikteliğimiz hiç kopmadığı için onun arkadaşları her zaman benim de arkadaşlarım oldu. Tam karşımızda, bodrum katında tek bir odalı ancak başınızı eğerek girebileceğiniz, bir dükkan vardı. Tabelası bile olmayan bu dükkanda ufak tefek bir adam olan Selahattin, terzilik yapardı. Kapalıçarşı esnafından aldığı siparişleri fason olarak üretirdi. Sesi çıkmayan bu adamın dükkanı ve önü biz gençlerin toplanma yeriydi. Karnımız acıktığında Karadenizli bakkal Şevket’ten aldığımız patatesleri “yapmayın, etmeyin işi yetiştiremem” çığlıklarına aldırmadan Selahattin ustanın demir ütüsünü alır, caddenin kenarında içinde közlerdik. o da sayemizde biraz soluklanırdı. En esprili arkadaşımız Tezer’di. Çemberlitaş Kız Yurdunun müdürü olan Selçuk Tunabay’ın oğluydu. Her gün yeni fıkralar bulur, bizleri güldürür, ince uzun boyu ile ufak tabureye oturduğunda, yaptığı taklitlerle de eğlendirirdi. Tiyatrocu doğmuştu, çok geçmedi bir müddet sonra tiyatroda rol aldı. ( Bu ayrı bir yazı konusu ) Her sene yaz mevsimi yaklaştığında bıkmadan bizi kendi doğduğu yere davet ederdi. Tezer, Bozcaada’lıydı. Sonunda, bir sene artık direnecek gücümüz kalmadığında ona o yaz geleceğimize söz verdik.

1967 yazında Ayvalık vapuruna Gülhane parkının Boğaza bakan tarafındaki rıhtımdan bindik. ( Bu geziyi de ayrı olarak yazacağımdan hemen geçiyorum.) O yıllarda Bozcaada’da rıhtım yok. Sabaha karşı hiç unutmam dört civarında adanın açığında gemi durdu, yan güverte kapılarından birisini açtılar, dışarıda dalga yükseliyor, neredeyse kapı hizasına kadar geliyor sonra tekrar alçalıyor. Adadan gelen büyük motorlar dalga yükseldiğinde borda bordaya geliyor, işte o anda motora atlamak zorundasınız. Biz o zamanlar spor da yaptığımız için atladık motora yerleştik. Kadınlar ve çocuklar gemiciler yardımı ile tekneye alındılar, sonra yükler verildi ve biz adaya rüzgar altında yanaştık. Kendimizi, otele dönüştürülmüş eski Adliye binasına attık. Bu bina halen otel olarak çalışmaktadır. “Gümüş Otel” adıyla.

1967 yazı, elimde kurumuş bir kemik parçası “Bozcaada’da olmak veya olmamak”

O yıllarda adada hemen hemen hiç araba yoktu. Bir veya iki jip görürdünüz. Ayazma plajına yürüyerek giderdik. Orada kaldığımız günleri hiç unutmadım. Tezer bizi hem Türk hem de Rum meyhanelerine götürdü. Balık bol , şarapsa adadan. O sakin yıllar, iskelenin yapılmasıyla geride kaldı. Aşağıya son yıllarda çektiğim resimlerden birini alıyorum.

Bozcaada 2018

Başlığa aldığım söze gelince, bir gün adanın yerlilerinin gittiği çay bahçesinde Tezer’le otururken, yabancı birisi yapacağı işlerden bahsetmeye başladı. hemen sözünü kesti Tezer. “Bak” dedi “Bizim buranın bir sözü vardır.” devam etti ” Eğer aklına bir iş yapma fikri gelirse, bekle biraz…Geçsin”

Adanın sakin günlerinden geriye sadece bu deyiş kaldı.

M. Meran Pakel

Dalyan, 07.05.2019

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s