Beyazıt Meydanında bir Öğleden Sonra

Üstte gördüğünüz resim 1800 sonlarında çekilip, sonradan renklendirilmiş, altta gördüğünüz ise yetmiş sene öncesinin Beyazıt meydanı.

En üstteki resimde sadece iki tane araç var, onlardan biri sağda, biri solda, belli belirsiz. Alttaki resimde ise meydanı meydan yapan o büyük ve görkemli fıskiyeli havuz var. Havuzun sağ tarafında, resimde görülmese de İstanbul’un yedi tepesinden birine dikilmiş Beyazıt Camisi var. O günlerden görünüşünü de ekleyerek meydanı tamamlayalım.

1950 li yıllarda, etrafı ağaçlarla çevrili ve büyük havuzu olan bu güzel meydan da, Başbakan Menderes’in ‘yepyeni İstanbul’ Projesinden nasibini aldı. Ne havuz kaldı, ne de bu caminin etrafındaki o asırlık ağaçlar. Tek kurtulan ağaç Caminin arkasında kalan ve Sahaflara açılan kapının yakınındaki çınar ağacıdır. İşte, benim hafta sonları ve boş vakitlerimde gittiğim kahve tam bu ağacın altındaydı. Burada zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız. Bu küçük meydanda her zaman satıcılar vardır. Diyeceksiniz ki şimdi de var. Evet, doğru, ama o zamanki satıcılar birer hokkabaz gibiydiler, ne satacağını veya ne sattığını son dakikaya kadar bilemezdiniz. Önce bir oyun oynarlardı. Size aklıma gelen birini hemen anlatayım.

Çınarın dibinde oturmuş çayımı içiyordum, iki kişi geldiler, kütüphaneye doğru olan boşlukta durdular. Biri konuşmaya başladı, konuştukça kalabalık arttı. “Evet, sevgili kardeşlerim, size yardıma geldik.” Elinde tuttuğu gazeteyi salladı, devam etti. “Şimdi.. bu gazeteden bir fabrika yapacağım. O, size ne isterseniz verecek.” Adam gazeteyi büktü, büyük bir külah yaptı. “Şimdi ne istiyorsanız bir kağıda yazın, içine atın.” Bu devirde böyle bir şey olabilir mi? Adam, elinde külah dolaşıyor. Kimse ne yazıyor, ne atan var. “İnanan yok galiba” Bir tur atıyor. “Yok mu bir şey isteyen?” Sonunda bana yakın bir adamın önünde durdu. “Hemşerim sen bir şey istemiyor musun ?” Herkes adama bakıyor, orta yaşlı kerli ferli bir adam. “Tamam” dedi “Bakalım görelim.” Cebinden çıkardığı kağıda bir şeyler yazdı. Önünde duran adamın külahına bıraktı. “Evet, beyler fabrikamız artık çalışsın, bu beyefendi ne istemiş hep beraber görelim bakalım.” Sessizce olacakları bekliyoruz. Tabii ki inanmıyoruz ama bekleyelim bakalım. Adam, içimizden geçenleri bilmiş gibi konuşmaya başladı. “Tabii ki inanmıyorsunuz, ama bu fabrika öyle değil ..isteyeceksin.. o verir..bakın dumanı tütmeye başladı, çalışıyor.” Ne dumanı görüyoruz, ne de çalıştığını. Dolanıyor elinde külah. Bekliyoruz. Derken birden olmadık bir şey, külahın kenarından bir kağıt paranın ucu göründü. Biraz yükseldi.. durdu. “İşte çalışıyor.” Yirmi liralık yeni kağıt paranın ucu görünüyordu. Biraz sonra biraz daha yukarı çıktı. Yarıya gelince, geldi, benim yanımdaki adamın önünde durdu, “Ne istemiştin sen fabrikadan?” “Bir yirmi liraya ihtiyacım var yazmıştım” Elini uzattı, ama adam külahı geri çekti .”Bekle, acele etme, çalışsın.” Para iyice yükseldi. “Şimdi alabilirsin.” Adam uzandı, yeni gıcır gıcır parayı aldı, evirdi çevirdi. Benim merak ettiğim bu paranın, içeriden nasıl çıktığı. Bir eliyle külahın dibini tutuyor, paraya bağlı ip filan da yok onu yukarı çekecek. “Hay Allah razı olsun.” Adam döndü gitti. “Evet, fabrikamız çalışıyor… yok mu başka isteği olan?” Etraftakilerde bir hareketlenme oldu, kağıt kalem aranıyor. İşte o zaman büyücek çantayı açtılar, külahı yardımcısının eline verdi. Çantada neler yoktu ki, başladı saymaya “Gördüğünüz ince saç tarağının yanında bir not defteri, ayrıca bir cep aynası benden, durun daha bitmedi.. yanında bir tükenmez kalem, bir de kurşun kalem, her okul çocuğuna lazım, bir tarafı mavi bir tarafı kırmızı kalem de benden..” Sayıyor.. ekliyordu. Kapış kapış satıldı. Alan hemen bir not yazıyor, külaha atıyordu. Artık alıcı kalmayınca ayağa kalktı. Külahı aldı, “Şimdi, istek çok, bacayı güzelce kapatalım, içeride hazırlansın, ısınsın” Yardımcısıyla birlikte, külahın etrafını iyice kapadılar. Yine dolanıyor.. konuşuyor. “Çalışıyor.. işte duman vermeye başladı..” Tabii duman yok.

Bu hikayenin sonu nasıl bitti dersiniz. Bir anda bir ses duyuldu. “Kaçın Zabıta” İkisi birden anında kayboldu. İçi istek ve hayallerle dolu, bacası tüten fabrikayı da yanlarında götürmüşlerdi. Parayı alan adamın ve zabıta diye bağıranın onlarla birlikte olduğunu zaten anlamışsınızdır.

Bu güzel kahve uzun zaman yaşadı. İstanbul’un en güzel kahveleri arasında, Beyazıt Çınaraltı kahvesi ile ilgili Rıfat Mertoğlu’nun “Çınarın altında bir çınar” yazısını okumanızı da ayrıca dilerim.

M. Meran Pakel

Dalyan, 17.05.2019

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s