
Birincisi Şehir Lokantası adıyla açılan daha sonra sahibinin adıyla bilinen “Karpiç”diğeri ise bilinen adıyla “Kürdün Meyhanesi” . Bugün birincisini anlatacağım. Bizim Ankara’ya geldiğimiz 1952 yılında ilk defa onun yerini gördüm. Gördüm diyorsam sadece önden girişini, Şehir Çarşısı ile Ziraat Bankası arasında dar bir yol vardır. Juri Georges Karpovitch bilinen adıyla Karpiç’in mekanı işte çarşının en sonunda bir yanı kapalı duvarla bu yola komşu mekandı. Çarşının caddedeki iki girişinden biri onun yerinin önünden iç avluya açılırdı. Bu iç avlu solda Karpiçin bahçesi olmak üzere setler halinde sıralanmış küçük dükkanlarla çevriliydi. Avlu bir çıkış kapısı ile Ankara Palasın az yukarısına açılırdı. Pergola ile çevrilmiş bu iç mekan sessiz ve sakindi. Buradan defalarca geçtim çünkü aynı sokakta yaşadığım arkadaşım Rauf’un babası burada terziydi. Esat Fişek milletvekillerinin terzisiydi.
Bu yazıyı yazarken okuduğum kaynaklarda Juri’nin (Karpiç) Ankara’ya nasıl geldiği üzerine kesin bir bilgi göremedim. Bir grup Atatürk’ün onu zorla İstanbul’dan getirdiği diğer yazarlar ise Falih Rıfkı ve arkadaşlarının getirdiğini yazıyor. Ben ikinciye inanıyorum neden mi anlatayım.
1979 yılında Ayaş Tünelinde çalışıyorum. Türkiye’nin en geniş çaplı tünelini kazıyoruz, 130 metrekare, içinden iki tren yan yana geçecek kadar büyük. Arkadaşım Bahattin Sulupınar’la birlikte on iki saat karşılıklı çalışıyoruz. Tünel Şefiyiz. Firmanın Avusturyalılar dışında çok değerli bir müşaviri var. Uzun yıllar Ulaştırma Bakanlığında, DLH da çalışmış Sadettin bey. Altmışlı yıllarını aşmış bu zayıf adam yürüyerek iki kilometrelik tüneli, iki haftada bir denetler sonunda yaptığı toplantıda hataları açıkça yüzümüze vururdu.
Akşamları ise bu hırçın adam tamamen değişir inanılmaz güzel konular anlatırdı. İşte bu hikayeyi ondan duymuştum.
1920 veya 21 yılı yoğun Meclis toplantısından çıkan Atatürk yanındakilere,
“Bu akşam nerede bir şeyler yiyelim” diye sorar. “Efendim, Taşhanın altında yeni bir lokanta açılmış İsterseniz ” cevabı üzerine karşıya geçip Taşhanın iç avlusuna bakan bu yere giderler. Mekanı çalıştıran Beyaz Rus , masayı donatır, gayet güzel bir servisle afiyetle yenilir içilir. En sonunda Atatürk “Bugün hesabı ben ödeyeceğim” der ve hesabı ister. Hesap gelir, geçmiş gün bu üç dört liralık bir hesaptır. Atatürk elini yeleğinin cebine sokar, çıkardığı bozuk paralar arasından bir on parayı tabağa bırakır. “Tamamdır” der ve kalkar. Ortalık buz gibi olmuştur. Kimse konuşmaz “Demek ki burayı hiç beğenmedi ” diye düşünürler. Karpiç onları hürmetle kapıya kadar uğurlar. Ertesi gün geç vakit Meclisten çıkarlar, bu sefer Atatürk nereye gideceklerini sormaz yürümeye başlar. Diğerleri peşinden doğruca Taşhana aynı mekana giderler. Yine aynı itibar ve özenle yenilir içilir. Yemeğin sonunda Atatürk hesabı ister. Hesap gelir ortalık yine sessizleşir. Atatürk cebinden cüzdanını çıkarır, “Dün sana bir on para vermiştim, onu ver iki hesabın tutarını söyle”der. Karpiç boynunu büker.”Paşam o parayı size veremem” Kaşlar çatılır “Neden” sorusuna cevap olarak elini uzatır, sağ elinin serçe parmağında iri bir yüzük ve ortasında on para vardır. “O benim sizden aldığım en kıymetli hediyedir paşam”der.
Atatürk’ün büyük desteğini alan Karpiç İstanbul’dan Sergey (Süreyya) ve Madam Tamarayı getirir. ( Süreyya Kızılayda Ulus sinemasının altında en şık lokali, Madam Tamara ise Büyük Sinemanın üst katında yola bakan güzel bir pastahane-kafe çalıştırdı.)
Bütün bunlardan sonra yaşadığım yere döneceğim. Dalyan öyle enteresan bir yerdir ki umulmadık zamanda birden birisi ile karşılaşırsınız sizi alır geçmişin içine götürür. Burada yaşayan Ertan Atalay 1938 doğumludur. 10 yaşlarında bir çocukken nerede çalışmıştır biliyor musunuz. Evet, Karpiçte… Rusca bilen annesi, Madam Tamara’nın kızı Vedide ile konuşur ve aracılığı ile işe girer.
M. Meran Pakel
Dalyan 03.03.2019