

Anadolu’dan İstanbul’a ulaşımın son durağı yukarıda gördüğünüz Haydarpaşa Garıydı uzun yıllar. 1960′ larda başlayan karayolu ve otobüs taşımacılığı, onun üzerindeki yükü azalttı ve bugün tamamen kaderine bırakıldı. Neyse, biz gerilere dönelim. 1936 yılında dedem Mehmet Çinetçi Eskişehir’den İstanbul’a geldiğinde yalnız değildi. Garın görkemli salonunu geçip dış kapıdan çıktıklarında yanındaki eşi, kucağında bebeği ve diğer dört çocuğu büyülenmiş gibi önce vapura sonra uzakta görünen yapılara ve mavi denize baktılar. Oysa, İzmir ve Eskişehir gibi büyük şehirleri görmüşlerdi, ama burası daha ilk görüşte onları etkilemişti. Bekleyen vapura bindiler, Avrupa yakasına yaklaştıkça Galata kulesini, Topkapı sarayının duvarlarını ve köprüyü gördüler. O gece Sirkeci’de bir otelde kaldılar. Mehmet Çinetçi ticaret yapmak üzere yerleşeceği bu şehirde ilk önce, o yılların gözde semti, adını yollara dikilmiş lalelerden alan Laleli’de biri üç katlı, diğeri iki katlı iki evi aldı, buraya yerleştiler. Tramvay yolunun iki yanındaki gür çınar ağaçları, ortada ayrılmış lale bahçeleri ile göz kamaştıran bu semtte aldığı evin bir sorunu vardı. Evler kadastroda, üstünde bina olmasına karşın, yangın yeri olarak kayıtlıydı. İşte hikayemiz burada başlıyor.
İstanbul, kayıtların tutulmaya başlandığı 1633 yılından 1852 yılına kadar 229 senede 209 büyük yangın geçirmişti, neredeyse her sene bir semt kül olup yeniden yapılıyordu. 1853 den 1908 yılına kadar yangınlar azalmamış 54 senede yüzün üzerinde ve daha sonra 1922 yılına kadar yüze yakın büyük yangınla karşılaşmıştı.
Bu büyük yangınların yaz mevsimine denk gelmesi ve çoğunlukla patlıcan mevsiminde görülmesi üzerine halk arasında “patlıcan kızartması başladı, yangın yakındır” deyişini yaygınlaştırmıştı. İşte bu kızartma dan sıçrayan kızgın yağın neden olduğu yangınları önceden görebilmek amacıyla yangın kuleleri inşa edilmiş, bunlardan günümüze sadece Beyazıt’taki kule kalmıştır. Ahşap olarak inşa edilen kule de Gedikpaşa yangınından nasibini almış ve yerine betondan 85 metre yüksekliğinde bugün gördüğümüz kule saray baş mimarı Senekerim Amira Balyan tarafından 2. Mahmud döneminde 1826-28 yıllarında yapılmıştır. Üniversitenin bahçesinde kalan bu kuleye yaklaşık 180 basamakla çıkılır. Her bir basamağın yüksekliği yaklaşık elli santimdir. Ben altmışlı yılların sonunda oraya çıkarken oldukça zorlanmıştım. Manzara gerçekten muhteşemdir. İtfaiye erleri elinde dürbün kulenin sahanlığında etrafı izlerlerdi. O yorgunluk üzerine onların ikram ettiği çaydan sonra kendime gelebildim. İnişin kolay olacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, eğri büğrü basamaklardan elli santim alttakine basabilmek, yuvarlanmadan inmek çıkmaktan da zormuş.. Şimdiki durumunu bilmiyorum belki bir başka gezide uğrarım.
M. Meran Pakel
Dalyan, 20.05.2019