
Bu soruya cevap vermeden önce üç kuruşluk bilgimizle sizi biraz gerilere götürmek istiyorum. Türklerin, Orta Asya’dan, Çin ile komşu bozkırlardan geldiğimizi biliyoruz. Çinlilerde yaygın olarak kullanılan afyon ve tütünü bizim atalarımız kullandılar mı bilmiyorum, ama bir gerçek var ki tütün ülkemize geldikten sonra hızla yayıldı. Tarihçi Reşat Ekrem Koçu ilk tütünün I. Ahmet zamanında, İstanbul Galata’ya yanaşan bir İngiliz gemisi ile birlikte geldiğini yazıyor. Yıl 1605 veya 1608 . Aşağıdaki resmi onun 1950 lerde çıkan yazılarından aldım.

İngiliz gemileri ile tanıştığımız tütün çok çabuk yayılıyor ve halk ona hemen bir isim buluyor, ‘Çubuk Tiryakiliği’, zira tütün çubuk ile içiliyor. Bunu size kısaca tarif edeyim. En ucunda tütünün yerleştirildiği lüle taşından yapılmış hazne var, buna ortası boş ağaçtan yapılmış bir çubuk takılıyor ve ağızlık olarak ‘imame’ denilen bir parça ile tamamlanıyor. Oturduğunuz yerde içecekseniz bu çubukların boyu iki, iki buçuk metreye kadar değişiyor, ama yanınızda taşıyacaksanız daha kısa olabiliyor. On yedinci yüzyıla ait bir gravürden alınan resmi ekliyorum.

Çubuğun yayılması ile yeni meslekler ortaya çıkıyor, Lüle taşı işlemeciliği, özel çubuklar ve pratik ustalarla, parçalı eklenebilen çubuklar ve imame dediğimiz kehribar ağızlık sanatkarları, ve tabii ki yeni yeni mekanlar. Bu mekanlarda saman dolu minderlerde oturuyorsunuz, çubuğunuz geliyor, lüle taşı hazneye elde kıyılmış tütün yerleştiriliyor ve ateşçi gelip içine ufak bir kor bırakıyor, bundan sonrası keyif. Ateşin ve küllerin yere saçılmaması için bir geniş bakır tas var ortada, buna da güzel bir isim bulmuşlar ‘takatuka’. Çubuğunuzu bu kabın içinde tutuyorsunuz içerken tütünü. Tabii biz hemen her şeyi abarttığımız için, işlemeli çubuklar, gümüş kaplamalı çubuklar ve altın kaplama çubuklar ve hatta “cevahir” dediğimiz cevherli ziynet taşları ile donatılmış çubuklara kadar uzar gider. “Bu kadar israf olmaz” diyerek Sultan I. Abdülhamid sadrazamı İzzet Paşa’yı çağırır 1781 yılında süslü taşlı çubuk kullanılmasını yasaklar. (Bu çubukların en güzel örneklerini Topkapı Sarayı Müzesinde görebilirsiniz.)
Şimdi baştaki sorumuza dönelim, eğer içiyor olsaydınız size şu ferman anında uygulanacaktı. Bugünkü Türkçe ile yazıyorum. ” Her kim ki çubuğu ile yakalana, oracıkta ibret için asıla ve çubuğu ağzına sokula” Altında Dördüncü Murad’ın mührü hümayunu. Ferman Padışahımızındır. Yıl 1633. O devrin düşünür şairi Yahya Efendi bu karardan sonra şunları yazmış. “Duhan içüp o şehle dimeyin rayegandır bu, Verin biçareler can nakdini resm-i duhandır bu” (Keyifle içtiğiniz şeyi sanmayın bedavadır, resmi bedeli canınızdır biçareler, şeklinde sadeleştirerek yazıyorum) . Şimdi sigara paketlerinin üzerinde yazılanları Şair Yahya o zamanlar söylemiş..
M. Meran Pakel
Dalyan, 01.07.2019
( yukarıdaki bilgilerden daha fazlasını Hayat Tarih Mecmuasının kasım 1974 sayısında bulabilirsiniz.)