
Aşağıda resmini gördüğünüz genç adam bir Fransız, adı Theodore Leveau, Güzel Sanatları bitirdikten sonra hem çalışıyor, hem de okuyor. Tesadüfler onu Fransa’nın en bilgili ( o devirde ) şehir planlamacısı Jean-Claude Nicolas Forestier ile yakınlaştırıyor. Altmış yaşının üstünde olan bu olağanüstü şehir planlamacısı, Havana’ya giderken onu da birlikte götürüyor. Birinin bilgisi, öbürünün enerjisi Küba’da başarılı eserler ortaya çıkarıyor.

Yolunuz Havana’ya düşerse diye yaptıkları eserlerden sadece ikisini aşağıya alıyorum.


Genç Theodore 1927 yılında Mimarlık diplomasını da alır. Dünyada ekonomik buhran vardır. Küba’dan ayrılırlar ve 1930 yılında ustası Jean-Claude altmış dokuz yaşında vefat eder, artık tek başına çalışacaktır. Uzatmayalım, Cenevre, Madrid derken, Ankara’ya gelir. Ufak bir iş için gelmiştir, bitmekte olan Çubuk Barajının önünde mesire gölü ve gazino tasarlayacaktır. İşe koyulur, ülkemizin şansına, ustasından öğrendiği bütün birikimleriyle yalnız binayı değil tüm barajın peyzajını yapar. Bugün gördüğünüz Çubuk Barajının göl gazinosu ve peyzajı ona aittir. Kısa süreliğine geldiği Ankara’da Jansen’le tanışır ve ileriyi gören devlet büyükleri onu bırakmaz, şehir planlama komisyonuna alınır. Aşağıda gördüğünüz park onun ülkemizdeki ilk büyük eseridir.

Sıcak Ankara günlerinde, en güzel dinlenme yeriydi, Gençlik Parkı, köprünün üzerinden ister sağa ister sola gidin birer çay bahçesi vardı. Sağdaki ‘Recep Özgen Çay Bahçesi’ bizim devamlı gittiğimiz yerdi.



Gençlik Parkını biliyorsunuz, uzun uzun anlatmaya gerek yok, isteyen Luna Parka gider, çarpışan otomobillere biner, isteyen söğütlerin altında masalarda oturur içkisini içerdi. İstasyon tarafından girdiğinizde sola devam ederseniz yan yana ağaçlar içinde içkili restoranlar vardı, dikkatimi çeken ‘Fenerbahçe Restoranı’ydı. Gece, mutlaka bir ‘Mini Tren’ gezisi ile sonlanırdı.


Kaldığımız yerden devam edelim. Theodore Leveau bir iki sene diye geldiği ülkemizde tam yedi yıl kaldı, Ankara Gar Gazinosu ve bahçesini, bütün bakanlıkların peyzajını yaptı, İstanbul’da çalıştı. Savaş başlayınca her Fransız milliyetçisi gibi ülkesine döndü, savaş sonrası harap olan ülkesinin yeniden inşasında çalıştı, Dunkerk ve Calais gibi çıkartma sırasında tahrip olan yerleri yeniden planladı ve adının önüne eklenen Prof. kimliği ile üniversitede yorulmadan ömrünün sonuna kadar ders verdi. Ustasından öğrendiği bütün bilgilerini hiç saklamadan ekibine öğretti.
1930 lu yıllarda bir çok ülke ‘peyzaj’ kelimesini tanımazken, devleti yönetenler gözünü kırpmadan, onu en üst karar mevkiine getirdiler, her konuda “ben bilirim” diyerek ortaya atılanlar yerine gerçek bilenlerle çalışmayı tercih ettiler. Bugün onları hatırlamak istedim.
M. Meran Pakel
Karşıyaka,10.07.2019