Özgürlük, Bir Oyun ve Bir Yazar

Bugün on dört Temmuz, bundan tam üç yüz otuz sene önce Paris alevler içinde yanıyor, sokaklarda sadece öfkeli, yakalarında kırmızı-mavi-beyaz şeritleri olan halk çılgınca bağırıyordu. Uzaklardan duyulan top sesleri arasında “özgürlük” ve “eşitlik” sözleri dalga dalga yayılıyordu. Bu dalganın Osmanlı topraklarına gelmesi için yaklaşık yüz yirmi yıl geçmesi gerekecekti. İşte hikayemiz buradan başlıyor.

Üniversite son yıllarımda Beyazıt Soğanağa mahallesinde kalıyorum. Mahalle arkadaşlarımla buluşma yerimiz ya terzi dükkanının önü ya da bakkalın. Tezer heyecanla geldi, ” Bil bakalım bugün ne oldu ?” Nereden bileyim, Tezer Tunabay, çok renkli, neşeli, ele avuca gelmez esprili bir arkadaşımız, onun için her an yeni bir olay olmazsa, esas o zaman şaşırırım. “Yeni başlayacak bir oyunda bize de rol verecekler,” heyecanı devam ediyordu, aralıksız bir çırpıda anlattı. “Yeni bir oyun sahneye konulacak, iki büyük tiyatro birlikte, en önemlisi bütün tanınmış sanatçılar oyunda rol alıyor..” Gerçekten inanılmazdı. “Oyun ne üzerine ?” Yeni gelenlere de aynı heyecanla anlatıyor. “Biz Osmanlı askerlerini oynayacağız”. Tamam rolleri ufak ama dediği gibiyse cidden önemliydi. Şimdi size bu noktada birisini tanıtmak istiyorum.

Yukarıdaki resimde gördüğünüz kişinin adını, Ankara’da, Devlet Tiyatrolarının bastırdığı oyunlar kitabında, 1961 yılında okumuştum, belki bazılarınız anımsar “Midasın Kulakları” adında bir oyun sahnelenmişti ve Devlet Tiyatroları bir sene önce bir yarışmada birincilik ödülü alan onun oyununu sahneye koymuştu, Sadece yirmi dokuz yaşındaydı o genç ve Devlet Tiyatroları ona sahnelerini sunmuştu. seyrek sakallarını kesmiyor, o devrin isyankar, baş kaldıran eğilimini temsil ediyordu fizik olarak. Gelibolu’da doğan bu gencin adı Güngör Dilmen Kalyoncu idi. Ödül aldıktan sonra ortadan kaybolan ödülün ağırlığı ile ezilip yok olan bir çok yazarımız var, ama onun için öyle olmadı. “Madem oyun yazacağım, o zaman sahnenin her şeyini çok iyi bilmeliyim” diyerek bursla Amerika’ya gitti, ışıkçılıktan tutun tiyatronun tüm nefesini soludu. İkinci oyunu olan “Canlı Maymun Lokantasını” orada yazdı. Döndüğünde sahnelendi ve yine Şinasi Efendi birincilik ödülü onundu. Artık o bir “Dramaturg” du. Yazdığı “Kurban” oyununu Engin Cezzar oynadı. 1967 yılında üç kişi bir araya geldiler, İstanbul’da ses getirecek bir oyun ortaya koymak istiyorlardı, kalabalık yıldız kadrosu olan, oyunu Güngör yazacaktı. Konuyu çoktan seçmişlerdi. İkinci Meşrutiyetin ve özgürlüğün başlangıcının altmışıncı yılı nedeniyle adı “İttihat ve Terakki” olacaktı.

Engin Cezzar, Güngör Dilmen ve Haldun Taner

Bizim Tezer’in anlattıkları aynen oldu, bir müddet sonra gazetelerde ilgili yazılar çıkmaya başladı. Aşağıya alıyorum.

Kadro gerçekten çok zengindi, aklımda kalanları size yazıyorum. Abdülhamid’i Ege Ernat, Enver Paşayı Engin Cezzar, Sultan Mehmet Reşad’ı Turgut Boralı, Cemal Paşayı Ahmet Mekin, Talat Paşayı Erol Keskin oynuyordu. Bu dev kadro ancak İtalyan lisesi salonuna sığabilmişti, orada provaları yapıyordu. Biz gelişmeleri her gün gazeteleren önce Tezer’den öğreniyorduk. Anlatmayı zaten seven Tezer, oyun için bıraktığı pos bıyıklarını sıvazlar, bize “bakın bugün provada ne oldu…” diye başlayarak anlatırdı. İstanbul’da böyle bir eserin sahneleneceği salon yok o zamanlar. Sonunda Dünya sinemasıyla anlaştılar sahne genişletildi önden bir iki sıranın söküldüğü söylendi ve oyun iki tiyatronun Engin Cezzar ve Dormen Tiyatrolarının ortak yapımı olarak başladı. Dekorlarını, bizim İstanbul Teknik Üniversite Tiyatro grubunun dekorlarını da yapan ünlü Metin Deniz yapmıştı. Tezer’in bize sözü var, mutlaka gösteriye götürecek, bekliyoruz. Ve bir akşam bizi götürdü gerçekten, hem de en ön sırada yer ayırmışlardı, keyifle yerimize oturduk. Oyunu seyretmeyenler için kısaca anlatayım. Oyun Abdülhamid’in resim çektirmesi ile başlar. Çekilen resim arkada büyük ekranda kambur, karanlık haliyle görülür, ve oyun boyunca İttihat Terakki, çürüyen sistemi düzeltmek için uğraşır. Bir sahnede Cemal paşa makamında oturmaktadır, içeriye bir tüccar girer. Cemal Paşa ne istediğini sorar, o ” Pasam bendeniz ordunun erzagını teminle mükellefdim, simdi nasıl olacak diye sormaya geldim” der. Cemal paşa sorar “Ne nasıl olacak?” Biraz utana sıkıla, huyunu tanımadığı bu paşaya durumu açıklar “Yani efendim, orduya altı kuruştan verdiğim buğdayın yarısı bana yarısı size mi gidecek eskisi gibi” Cemal paşanın cevabı nettir “Hayır hepsi bana gidecek”. Komisyoncu tüccar şaşkın bakar kalır “aman pasam ben ne yaparım hepsi size giderse” “Zaten bir şey yapmayacaksın” der ayağa kalkar Cemal Paşayı oynayan Ahmet Mekin ve belindeki toplu tabancasını çıkarır, ve bir kurşunla rüşvetçi tüccarı vurur, vurulan tüccar sendeleye sendeleye sahne gerisine gider dışarıdan yıkıldığı sesi duyulur. Bizim Tezer’in arkadaşlarından biri gizlice Cemal paşanın tabancasındaki ses fişeklerini alır. Defalarca oynadıkları bu sahnenin sonunda Cemal Paşa, ayağa kalkıp tabancaya bastığında tüccar yıkılmaya hazırdır ama ses çıkmaz. Bir daha.. bir daha.. Usta oyuncu Mekin yerinden kalkar “İşte, İngilizlerden böyle komisyonla alırsan tabancayı aynen senin zahiren gibi bozuk çıkar” der ve adamın gırtlağına yapışır. Ve tüccar oracığa yığılır, ama bir sorun vardır.. onun sahne dışında yıkılıp yeni sahnenin devam etmesi gerekecektir, ona da çare bulur “Nöbetçiler”, Tezer’in arkadaşlarından biri girer “Emredin Paşam” “Kaldırın şu leşi” Oyunun finali başındaki gibidir. Talat paşa resim çektirir, duvara yansıtılır. Erol Keskin elinde resim şu konuşmayı yapar. “Ne kadar benzemişiz Abdülhamid’e oysa biz yeni, yepyeni bir ülke yaratmak istemiştik.” Alkışlarla son bulur, askerlerin folk dansları ile süslü bu oyundan aklımda kalanlar bunlar.

Bu oyun bittikten aylar sonra dersim olmadığı öğle saatlerinde Beyoğlu’nda yürürken Tezer’e rastladım, suratları asık dört veya beş arkadaşı ile birlikte bir pasajın önündeydiler. “Ne oldu ?” diye sordum. Eliyle yandaki yeri gösterdi, yere kadar camlardan içerisi gözüken şık kafeteryada bir adam ve bir kadın yemek yiyorlardı. Onlar adama yiyecek gibi bakıyorlar ama adam aldırmıyordu. “Bu adam var ya.. bu adam aylardır bizi oyalıyor. Paramızı vermiyor” dediler. Çocuklar oyun paralarını bile alamamışlardı, içim ezildi. “Yürüyün” dedim “gidiyoruz” “nereye?” “Doğrudan Haldun beyin yanına” Benden cesaret aldılar hep beraber Dormen Tiyatrosundan içeri girdik, üst kata çıkar çıkmaz bağırmaya başladım. “Hakkımızı alamadık. Ne olacak Şimdi..” ağzıma geleni söylüyorum, diğerlerinden çıt yok. Önce genç bir kız çıktı. Hemen arkasından bir kapı açıldı Haldun Dormen göründü. “Ne oluyor burada” o nazik ve kibar konuşmasıyla, ben de sesimi incelttim aynı kibarlıkla, “Efendim, biliyorsunuz gece demedik gündüz demedik başarıyla oynadık, ama daha paramızı almadık” Sekreterine döndü”Hemen isimlerini alın, lütfen ve yarın ödemeleri yapılsın”. Şimdi benim adımı soracak kız elinde bloknot geliyor Tezer kulağıma bir ad fısıldadı, yazdırdım.. Gerçekten de ertesi gün bütün askerlerin paralarını ödemiş sayın Dormen.

Güngör Dilmen başarılarına başarılar ekledi. Son yılını geçirdiği Karşıyaka onu unutmadı Aksoy’da bir parka onun adını verdiler..

M. Meran Pakel

Karşıyaka, 14.07.2019

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s