
Tahsin Demiray, Türkiye Yayınevini kurduğunda 22 yaşında bir delikanlıydı. Gençlerle çalışmayı seviyordu, zaten çıkardığı dergiler de tamamen onlara hitap ediyordu. Cumhuriyetin genç iş adamlarından birisiydi Demiray ve ‘Harf Devriminin’ yapılmasına daha üç sene vardı.
Uzun boylu yapılı genç, çantasından çıkardığı yukarıda gördüğünüz resmi, ona uzattı.
Resimde bozkırda at koşturan Orta Asyalı iki atlı çizilmişti.
Haftalık yayınladıkları dergiye resim çiziyordu bu genç adam. Akademide okuyordu, son senesinde Teknik Üniversiteden atılmış, bunun üzerine Güzel Sanatlar Akademisine geçmişti. Tahsin Demiray’la aralarında sadece üç yaş vardı. Demiray, hemen dergide çalışanları çağırdı, resmi önlerine koydu. ‘Bunu kapak yapalım’ dedi. İlk itiraz yazarlardan geldi, ‘Sadece bu resimle olmaz, bununla ilgili bir yazı olmalı dergide’ dediler ama yazmaya gelince hiç kimse bir şey yazmak istemedi. Ressam Ziya bir sandalyeye oturdu. Bu hayatında ilk olay değildi yine arkadaşları ona sırt çevirmişlerdi. (*) Demiray ona baktı, ‘Sen bir şeyler yaz Ziya’ dedi. Başını salladı ve haftalık dergiye tefrika halinde yazmaya başladı. İşte ‘Kızıl Tuğ’ romanı ve o romanla ünlenen Abdullah Ziya’nın hikayesinin özeti.
Soyadı kanunu çıkınca ‘Kozanoğlu’ soyadını aldı, yirmiye yakın kitap yazdı çoğunun kapak remini kendi çizdi. Bunlardan iki tanesini aşağıya alarak yazımı tamamlıyorum. ( Baskı tekniğinin gelişmediği ve resimlerde renk ayrımının bile yapılamadığı o devirleri düşününce, bu kapak resimlerinin değeri daha iyi anlaşılabiliyor.)
(*) Abdullah Ziya, Teknik Üniversite Talebe Birliği Başkanıyken çoğunluğu Anadolu’dan gelen öğrencileri Büyükada’ya götürmek için bir gezi tertipler, Şehir Hatlarından bir vapur isterler, olumsuz cevap alınca bunlar bir vapuru işgal ederler. İşte bu olay onun okuldan uzaklaştırılması ile sonlanır. Ayrılırken okuldan yine yalnızdır. Bu olayı aynı yıllarda Elektrik Fakültesinde okuyan babam Osman Hayrettin’den de dinlemiştim.


