Bir Gemi, Bir Şehir ve İki Ezgi

Bugün unutamadığım iki ezginin hikâyesini anlatmak istiyorum.

Önce size iki gemiyi tanıtayım, üstte resimlerini gördüğünüz iki gemi kardeş, yani aynı zamanda kızağa konmuş ve birlikte denize indirilmişler, 1950 li yılların sonuna doğru.  Gemilere Ayvalık ve Gemlik adlarını vermiş, Deniz Yolları İşletmesi ve seferlerine başlamışlar. Bir tanesi Sarayburnundan hareket ederken diğeri Ayvalıktan.  Yaz boyunca Marmara adası Avşa gibi turistik yerlere giderken, kahkaha ve neşe ile dolu olan bu gemilerden birinde geçti,  şimdi anlatacağım olay.

Sarayburnu’ndan hareket ettik. Öğleye doğru Marmara adasında, daha sonra Avşa Adasında yolcularını indirince gemide birden bir sessizlik oldu. Ben kuzenimle birlikte Bozcaada’ya gidiyorum, bize söylenen, sabaha karşı dört civarında adaya ulaşacağımız. Bu gezimizin olduğu 1967 yılında, ne Avşa, ne de Bozcaada da yanaşacak iskele olmadığını eklemek isterim.  Avşa Adasından ayrıldıktan sonra geminiz Çanakkale boğazına doğru yol almaya başladı. Akşama doğru Marmara’da, güneşin batışını izlemek için, geminin arka tarafına doğru yavaşça yürüdüm. Boş gemide alt güvertede kimsecikler yoktu, tam geminin kıç kısmına doğru dönecektim ki, olduğum yerde kaldım. Önce ne olduğunu anlayamadım, türkü söyleyen birisinin sesiydi bu, ama türküyü söylemiyor adeta ağlıyordu. Çırpınan bir kuş gibi kesik kesikti sesi. Bazen susuyor sonra derinden başlıyordu söylemeye, dokunaklıydı sözleri ve ağlıyordu. Bir adım atsam bütün büyü bozulacaktı. Onu kendi haline bıraktım doya doya hem söyledi hem ağladı.  O genç adamın Çanakkale’ye askerlik için giden ve evinden ilk defa ayrılmış birisi olduğunu anlamamak imkânsızdı. Sessizce oradan uzaklaştım.

Diğer hikâyem ise, Arabistan’ın Mekke kentinden. Mekke şehrinde Tünel açıyoruz. Resimde gördüğünüz binaların hiç birisinin alt yapısı yoktu, tüm pis su olduğu gibi çalışma alanına geliyordu. Tünellerin önünden boydan boya uzanan bir kanal açtırdım, derinliği bir insan boyuna yaklaşan bu kanalları düzgün bir şekilde temizleyerek tabanını betonla kaplamamız gerekiyordu ancak hiçbir işçi bu işi yapmağa yanaşmıyor açıkçası bu pisliğe girmek istemiyorlardı. Tek bir çare kalmıştı, pikabımla Mekke şehrinin işçi pazarına gittim. Burası yüzlerce insanın iş bulabilmek ümidi ile doluştuğu ve büyük bir çoğunluğun iş bulamadan aç gerisin geriye döndükleri oldukça geniş bir alandı. Çoğunluğu Afrikalı olan bu işçilerin yarısı kadındı. Kadınlardan küçük bebeleri olanlar,  onları sımsıkı sırtlarına bağlamış olarak gelirler ve bir erkek gibi çalışırlardı ve ne kadar acıdır ki, hiç birisinin ayağında giyecekleri bir şeyleri yoktu. Pikabımı durdurmamla içine atladılar, ufacık arcın arkası birbirine sıkıca sarılmış kadın ve erkeklerle dolmuştu, hepsi de ayaktaydılar, nereye ve neden gideceklerini bile sormuyorlardı, bildikleri tek şey bir iş bulmuşlardı. Gördüğünüz tünellerin önüne getirdim, işi anlattık, ücretlerini belirledik ve yanlarında getirdikleri eski araba lastiklerinden yapılma kovalarla kanalın içine atladılar. İşi bitirip gideceklerdi. Ben kenarda onlardan biraz uzakta kendimi güneşten korumak için gölgeye çekildim. Önce kadınlardan biri başladı, o susuyor sonra bir diğeri ve sonra koro halinde söylüyorlardı. Ne söylediklerini anlamıyordum. Hepsi aynı kabileden olmalıydılar, neşeli mutluluğun şarkısıydı söyledikleri sadece bunu biliyordum. İşleri vardı bugün aç kalmayacaklardı, bu onları bir anda mutlu etmişti ve bu sefer ilk hikâyemin aksine ağlama sırası bendeydi.

O Afrika ezgisini ve gencecik askerin türküsünü hiç unutmadım.

M.  Meran  Pakel

Dalyan, 15.01.2021

2/21 (180)

_____________________________________________________

Not: Bir önceki yazım ve bu yazıdaki gemilerin bilgilerini Sayın Ali Bozoğlu’nun yazılarından derledim. Ona minnetlerimi sunmak istedim.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s