
Bugün, fotoğrafta gördüğünüz genç adamın hikâyesini size anlatmak istiyorum. Adı Yusuf, Ağrı’da doğmuş, iş aramak için 1950’li yılların sonlarında Ankara’ya geliyor. O yıllarda amelelikten başka iş yok, ince parmakları, yumuşak elleri bu işe uygun değil, sonunda aç kalmamak için bir sinemaya yer gösterici olarak giriyor. Aldığı bahşişlerle yaşamaya çalışıyor. Hayatını değiştiren, 4 Temmuz 1960 günü, çalıştığı Ulus semtindeki Park sinemasına doğru yürürken, önündeki genç hanımın aniden kıvranmaya başladığını görür. İki büklüm olan genç kadın hamiledir. ‘Taksi taksi’ diye çırpınmaktadır. Türkçesi kırıktır. O yıllarda yoldan taksi bulmak kolay değil, Yusuf yola atılır, bir arabayı durdur. Anlayışlı bir insandır, hanımı bindirirler ve doğumevine yetiştirirler, Yusuf yine de yalnız bırakmaz, eşini ararlar telefonla, ama doğum başlamıştır, genç kadını odaya alırlar. Heyecanla gelen adama olayı anlatır ve gitmek için izin ister Yusuf. Adam teşekkür eder ve ne iş yaptığını sorar. ‘İşsizim’ der. Cüzdanından kartını çıkarır, ‘Yarın seni bekliyorum’ ve ekler ‘Sakın gelemezlik etme’ otoriter ve kararlı bir sesle. Bu arada bir oğlunun olduğu müjdesi ulaştırılır. Annenin adı Annie Mary, baba ise ülkemizin yer bilimleri kurumu, MTA’nın Genel Direktörü Dr. Sadrettin Alpan’dır.
O yıllarda aşağıda gördüğünüz Ulus Akköprü’deki binaya gelir Yusuf ve aynı gün işe başlar.

Kısa bir kurs döneminden sonra ‘Sondör’ olarak araziye çıkar, artık onun evi kendi makinesinin yanına kurduğu küçücük çadırıdır. Doğudan batıya her yerde çalışır.

Fosfat arama sondajı yaparken Mazıdağı’nda mide kanaması geçirir 70’li yıllarda. Bu sefer Genel Direktörü onun yardımına koşar, Ankara’dan özel helikopter gönderir Hacettepe hastanesine yetiştirirler, ölümden döner. İyileşir iyileşmez yine araziye döner, bu arada kendi buluşu olan özel teknik bir parça imal etmiştir. Ona onun soyadını verirler ‘Ayata Çekici’ adı ile literatüre geçer.
Yetmişli yılların sonunda emekli olup deniz kenarında bir yere yerleşmeye karar verdi, aklında Yalova vardı. Aradığı evi bulunca hanımını aradı. Eşi bütün birikimlerini ve takılarını küçük bir çantaya koydu ama tek başına gitmeye de korktu, komşusuna birlikte gitmeyi teklif etti. Otobüste uyudular, muavinin ‘Haydi, acele edin, geldik’ demesi ile apar topar yanlarındaki küçük çocukla yol kenarında indiler ama o telaşla uyku sersemi çantayı arabada unuttuklarını inince fark ettiler. Hayatını değiştiren bu ikinci olayı Ayata anlatıyor, ‘Telaş etmeyin, Firma belli, şimdi Bursa’yı ararız orada çantayı yazıhanede tutarlar’ dedim. Gecenin ikisinde bir telefon buldular firmayı aradılar, durumu anlattılar sonra beklemeye başladılar. Bir zaman sonra tekrar aradıklarında aldıkları cevapla yıkıldılar, otobüs gelmişti ama içinde böyle bir çanta yoktu. Ayata devam ediyor, ‘Bir baktım, hanımın rengi sarardı, üzüntüden bir şeyler olacak. Para pul önemli değil, onu kaybedeceğim. ‘Dur’ dedim, ‘Ne canını sıkıyorsun, giden gitti. Kim kazandı bunları, canını sıkma Ayata yine çalışır yine alırız’.
Gerçekten öyle oldu, tekrar sondörlüğe başladı, Arabistan’da yeni yapılacak tünellerin sondajları için kızgın güneşin altında.
Sonunda istediği evi bu sefer Balıkesir’de aldı, çocuklarını okuttu.
Hikâyemizi büyük şair Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanının başlangıç dizeleri ile tamamlayalım.
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
Kurtuluş Savaşı sonrası ülkemin Kalkınma Savaşında Yusuf Ayata bu neferlerden sadece biriydi. MTA da çalıştığım kısa dönem içersinde benim de Baş sondörüm oldu.
Yazımızı sadece Ayata’yı değil, nicelerini ve pek çok yer bilimciyi ülkemize kazandıran Sevgili Dr Sadrettin Alpan’ın fotoğrafı ile bitirelim.

M. Meran Pakel
Dalyan, 24.07.2022
252 ( 24/22 )