
Güzel yurdumuzun neredeyse dörtte birinin yaşadığı İstanbul diğer büyük şehirlerimize benzemez. Her milletten insanın yaşadığı bu şehirde, onu diğerlerinden ayıran bir eksiklik vardır, ‘güven duygusu’ yoksunluğu ile bu şehirde her an tetikte, yaşarsınız. Bu ise ancak belli bir zaman sonra kötü deneyimlerle kazanılır. Bugün geçmişte başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum.
Ben İstanbul’da doğdum ama çocukluğum ve gençliğimin bir kısmı Ankara’da geçti. 1966 yılında İTÜ (İstanbul Teknik Üniversitesi) ni kazanıp bu büyük şehre geldiğimde ilk fark ettiğim, bu şehrde, düzenli, kurallı Ankara’ya benzemeyen kendine özgü bir yaşam tarzı vardı. Burada insanlar ‘para kazanabilmek için’, her türlü işin içindeydiler, ne kural vardı ne de düzen.
Benim okulum Maşka’da, kaldığım semt olan Laleli’den önce Taksim’e gelmek ve sonrasında ya yürüyerek ya da Maçka-Tünel otobüsüne binerek gitmek zorundayım. İstanbul’a geldiğimin ilk günlerinde, telaşla Taksim’de Sular idaresinin önünden, hızla giderken önüme bir fotoğraf makineli adam çıktı, deklanşöre bastı. ‘Kardeş, remini çektim. Parasını ver.’ Dedi. Etrafta başka fotoğraf makineli adamlar da var, kimisi heykelin önünde, çekiyor. Ben hemen itiraz ettim, doğal olarak. ‘Kardeşim, ben sana çek dedim mi’ Adam önümde, ellerini açtı, ‘Gülümsedin, burada adettir, bende çektim, Benim bir kare filmim senin yüzünden boşa gidecek, burada usul, gülümsediğin zaman ‘çek’ manasına gelir.’ Ne kadar konuştuysam, kabul etmiyor, param da param diyordu. ‘Ama istersen heykelin önünde daha güzel bir resmini çekerim’ diyerek ekledi. Talebeyim, cebimde çok az bir para var, yol paramı ayırdım. Geriye kalan bozuklukları uzattım. ‘Bu az, kurtarmaz’ sözüne ‘Başka param yok’ cevabını verdim. Elle yazılmış bir kart uzattı, ‘Üstünü buraya getir, fotoğrafı orada alırsın’ Okula geldim, olayı İstanbullu arkadaşlara anlattım, güldüler, ‘Ucuz kurtulmuşsun, o şipşakçılar heykelin dibinde bir fotoğrafını çekselerdi, iyi bir para öder o resmi de ‘İstanbul kazığı’ diye odana asardın’ dediler. ‘Peki, adam deklanşöre bastı ona ne demeli’ ‘Onlar iki makine taşır, biri boş, diğeri filmli. Boş makine işte yoldaki yemler için’ ‘Peki, karta ne demeli’ ‘İstersen git, bodrum katında zorla vesikalık çekerler beş mislini de orada ödersin’
Bu olaydan sonra aynı olay defalarca başıma geldi, her seferinde, seslenmelerine, konuşmalarına aldırmadan yoluma devam ettim. Bu benim İstanbul’da ilk kaptırdığım ‘Paraydı’
Bu olayın üzerinden elli beş yıl geçti, geçtiğimiz Nisan ayında bir gazetede aşağıya aldığım fotoğraftaki yazı yayınlandı.

Çekilen fotoğrafını beğenmeyen(!) bir Afrikalı, (yüklü bir para da ödemiş olmalı) arkadaşlarını alıp, fotoğrafçılara saldırmış, karşılıklı arbede çıkmış. Anladım ki yıllar geçse de ‘İstanbul uyanıkları’ değişmemiş.
Sağlıkla ve uyanık kalmanız dileklerimle
M. Meran Pakel
Dalyan, 23.09.2022
267 ( 29/22)