Erzurun’lu ‘Celeb’in’ Hikayesi…

Film yapımcılarımızın sıkça kullandıkları konulardan birisi yukarıya aldığım afiş. İstanbul’a gelen saf insanların nasıl bir değişime uğradığının en güzel örneklerinden, bir diğeri ise, ‘Banker Bilo’.

Her gün yüzlerce göç alan İstanbul’da yaşadıkları yazılmayan, tükenmiş, kaybolmuş insanların dışında farklı hikâyesi olanlar var.

Bugün size onlardan birisinin Erzurumlu  ‘Celebin’ hikâyesini aktaracağım.

1960 ların ortalarında İstanbul’a geldiğinde cebinde kendisini en az altı ay geçindireceğini umduğu bir miktar parası vardı. Bir hana yerleşti. Sabahtan çıkıyor, hangi otobüs olursa onunla son durağına kadar gidiyor, sadece her yeri tanımak istiyordu. Yavaş yavaş kafasında yapmak istediği iş canlanmaya başladı. Karaköy’de küçük bir iş hanında tek bir oda tuttu. İleride size bu hamı daha detaylı anlatacağım. Şimdi ona gereken, bir telefon ve PTT den kiralayacağı ‘Posta Kutusuydu’. Celebimiz Ortaokulu bitirmiş ancak Lise 1 de okuldan ayrılmıştı. Tahsili yetersiz olmasına karşın o çılgınca bir karar verdi. Evlerde ders verecek bir organizasyonu kuracaktı. Bu şehirde kimse kimseye ‘güvenmiyordu’, bu nedenle aileler, çocuklarını dışarıya ders alması için göndermiyorlardı.  O evlerde ailenin gözü önünde, ders verecek bir sistem kurdu. Önce şehirde en çok satan gazetenin iş arayanlar bölümüne ilan verdi. ‘Fizik, Kimya, Matematik dersleri verecek elemanlar aranıyor. PK:..’

Bir müddet sonra aynı gazetenin ‘Seri İlanların, Ders Verenler’ Bölümünde aşağıdaki ilan yayınlanmaya başladı.

‘Öğretmenler Birliğinden, evlerde ders verilir. Tel…’ İnandırıcı olabilmesi için güvenli bir isim bulmuştu.

1966 yılının sonbaharında, İTÜ (İstanbul Teknik Üniversitesini) kazanıp İstanbul’a geldiğimde iş aramaya başlamıştım, hem okuyup hem de çalışacaktım. Ders verecek eleman aranıyor ilanını ilk o zaman gördüm, hemen yazıp gönderdim ama hiç cevap gelmedi. Farklı işlerde çalışmaya başladım, neredeyse iki sene sonra eğri büğrü bir yazıyla yazılmış bir cevap aldım. Karaköy’de iskeleye yakın dar bir sokaktaki hanı buldum. Han adını verdikleri bina iki bina arasına sıkışmıştı, o kadar küçüktü ki, merdivenlerden çıkarken bir merdiveni geniş tutmuşlar, oradaki kapıyı açtığımda, tek bir odanın tam ortasına çıktım. Bir masa, iki sandalye burayı doldurmaya yetmişti. Tek aksesuar, masadaki telefonla tüm masayı kaplayan büyük İstanbul sokak haritasıydı. Masanın arkasında, şişman kısa boylu az saçlı, yuvarlak yüzlü adam benden en fazla altı yedi yaş daha büyüktü. Hemen konuya girdi.’Ne dersleri verirsin, hangi semtlere gidersin?’ ‘Her semte giderim. Her dersi veririm’  Bana ulaşabileceği telefon olarak dedemin dükkânının telefonunu verdim. Saat ücretimi o belirledi ve böyle tanışmış oldum ‘Celeple’.

 O, koca İstanbul’da kimsenin düşünemediği bir işi ilk başlatan kişiydi. Kendisinin yabancı olmadığı ‘komisyonculukla’ işini yürütüyordu.

O aralar, okulda işgal ve boykotlar nedeniyle dersler yapılamıyor, kısacası bütün zamanımı ders vermeye ayırdım. Telefona cevap veren ‘Sevgili Dedem Mehmet Çinetçi’, bir sekreter gibi not alıyor, ben uğradığımda veriyordu. Gelen notta gideceğim adres gün saat yazılı oluyordu. İşe başladığımın birinci haftasında bir akşam, Kadıköy tarafında bir eve gittim. Lise son talebesi, masaya oturduk, dikkatle beni süzüyor, derse başladık. Zeki bir çocuk, Matematiği iyi, destek için ders alıyormuş, ara verdiğimizde konuşuyoruz.’Şimdi sizinle çalışınca rahatladım, sizden önce şişman bir adam geldi. Masaya oturduk, başladı bana eksi 1 artı 3 ne eder gibi sorulara, şaka mı söylüyor diye yüzüne bakıyorum, adamın tek bildiği artı eksi, ben Lise son talebesiyim diyorum, o ‘her şeyin başı bunlar bunu iyi öğrenmek lazım’ diyor, bir saat böyle geçtikten sonra, ‘Tamam, sena iyi bir öğretmen göndereceğim’ diyip gitti, sizi görünce ondan meraklandım yine artı eksiye mi başlayacağız diye’

Genç öğrencinin bilmediği, Celep, her ilk başlayan talebenin evine önce kendi gider, hangi ders olursa olsun ilk dersi o verirdi. Konuları bilse de bilmese de bir saati doldurur, bu arada evi, ailenin ekonomik durumunu inceler, ücretin yalnızca kendisine ödeneceğini bildirerek ayrılırdı.

Koyunlarını kollayan bir çoban gibi öğrencilerini ve öğretmenlerini kontrol eden bir sistem kurmuştu.

Üç bölüme ayırdığım bu yazı dizisine devam etmek üzere, sağlıkla kalmanız dileklerimle.

M.  Meran  Pakel

Dalyan, 28.09.2022

269 (41/22)

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s