
‘Öğretmenler Birliği’nde çalışıyorum, bir yıl çabucak geçmiş, gittiğim semt ve evlerin sayısını hatırlamıyorum bile. Baharın yaklaştığı günlerden birinde, ‘üç dersten beklemeli’ bir öğrencinin Çifte Havuzlardaki dairesinin kapısını çaldım. Üzerinde üstü boyalı, minyon çok cici bir kızla karşılaştım, belli ki resim yapıyordu. İçeriye girdim, dere başlamak için masaya oturdum. Masada üç kişiyiz. Öğrencimin erkek arkadaşı ( o zamanlar sözlüydü) bizimle birlikte, Liseyi bitirmesi için üç dersi vermesi şart ama o aldırmıyor, ‘çok çalıştık, biraz konuşalım’ diyerek ara veriyordu. Ben bir yandan, sözlüsü bir yandan onu çalışmaya zorluyoruz. Üstelik sıkıştırılmış bir programla yetiştirmek istiyorum. Haftada üç gün çalışacağız ama ne yaptıysak çalıştıramadık ‘sen paranı alıyor musun en iyisi bir saat sohbet edelim’ diyor, dersi bırakıyordu. Sonunda biz arkadaş olduk, rica ve yalvarmayla çalışıyor, çoğunlukla havadan sudan konuşuyorduk. Mustafa (erkek arkadaşı) İktisadi Ticari İlimler Akademisinde okuyordu. Bana, ‘bu iş nasıl yürüyor’ diye sordu, anlattım. Biraz düşündü, ‘Biz de bu işi yapalım, ne dersin? Sen ders verecek başka öğretmenler bulabilir misin?’. Benim öğretmenlikle ilgim yok, zaten bir buçuk senem kalmış okulu bitirmeye. Uzatmayalım, Mustafa, bu işe başladı, ben de okulda istekli olan arkadaşlarımla konuştum, böylece ikinci bir ilan aynı gazetede alt alt yayınlanmaya başladı. Öğretmenler Birliği ve altında Öğretmenler Teşkilatı, ben her ikisinde de öğretmen olarak görev yapıyorum.
‘Celeb’in handaki küçücük odasına girdiğimde onu ilk defa sinirli gördüm. ‘Görüyor musun? Bak bir ilan çıkıyor, aynı bizim işi yapıyorlar, ne olacak şimdi, kim bunlar acaba ?’ ‘Olabilir, birileri daha bu işe başlamıştır’ cevabım, gelirinin azalacağı endişesiyle, onu daha çoksinirlendirdi.
Bu arada Mustafa, Kadıköy Çarşısının iskeleye bakan tarafında bir arkadaşının ayakkabı dükkanının üst katını ofis olarak kullanıyordu, ‘Buraya bir iki masa koyalım, dersleri burada yapalım ne dersin?’ ‘Aileler çocuklarını göndermez, boşuna uğraşma’ O ısrar etti. ‘Bizim bu taraf (Kadıköy, Anadolu yakasını kastediyor) karşı tarafa benzemez, inan bana gelirler.’ İşin sahibi o, ben karışmıyorum. Masraf etti, yerleri muşamba kapladı, en ucuzundan, mutfaklarda kullanılan, açılır kapanır masalar aldı. Sonunda o haklı çıktı, öğrenciler geliyordu. İşi büyütmeye karar verdi. Bir gün beni aldı, heyecanlıydı, Altıyola yakın yeni yapılmış bir binaya gittik. Birinci katta, aynı koridor üzerinde dört odayı kiralamış, ‘İşte burada bir dershane açmayı düşünüyorum. Ne dersin?’ Kararlıydı, bu işi yapacaktı. ‘Bak, Mustafa bizim gibi amatör öğretmenlerle bu iş olmaz, bire bir ders vermek bir guruba ders vermeye benzemez, sen emekli bu işin en iyisi olan öğretmenleri bulacaksın, ancak öyle yürür.’ Aradık, taradık, özellikle Anadolu yakasında oturan Kabataş Lisesinin, Haydarpaşa Lisesinin değerli emekli olmuş öğretmenlerini bulduk. Emekli olsa da öğretme aşkının hiç sönmediğini onlarla konuştuğum zaman yakından izledim.
Sonunda Anadolu yakasında ilk dershane olan ‘Tanın Dershanesi’ işte böyle açıldı 1969 yılında. Mustafa sözlüsüyle evlendi, Aynı yerde Sekreter olarak çalışmaya başladı, bense okulumu bitirip uzun yıllar dönmemek üzere İstanbul’dan ayrıldım.
O değerli öğretmenlere saygılarımla, şimdilik hoşça kalın.
M. Meran Pakel
Dalyan, 29.09.2022
270 (42/22)