
Bugün size anlatacağım hikâyenin bir parçası olan Halit yukarıda fotoğrafını gördüğünüz Elazığ’ın Maden ilçesindeki Ergani Bakır işletmesinde jandarma olarak görev yapmış ve oradan emekli olmuştu. Sarp dağlar arasına sıkışmış, dar bir vadideki İlçenin güncel bir fotoğrafını aşağıya alıyorum. (Yetmişli yılların ortalarında bu ilçeye uğramıştım)

Aşağıdaki fotoğraftaki genç adamın adı ise, Hüsrev, genelde baba adıyla birlikte yazılıyor o yıllarda, Abdullah Hüsrev olarak.

Ülkemizde İkinci Meşrutiyet ilan edilmiş, ‘Jön Türkler’ söz sahibi ve ülkenin ilerlemesi için, yurt dışına öğrenciler gönderiliyor. Hüsrev’de bunlardan biri. Maden yüksek Mühendisi olarak Paris’deki okulunu bitiren Hüsrev, 1910lu yıllarda ülkesine döndükten bir müddet sonra yukarıda gördüğünüz İlçeye, o zamanlar küçük bir kasaba, Mühendis-Müdür olarak geliyor. Hikayenin bundan sonrasını onun anılarından aktaralım;
‘ 1915 senesinde Ergani madeni müdür ve mühendisi iken bir gün maden kalhanesi odunluğunda yapılmasını emrettiğim temizliğin usulüne uygun bir şekilde yapılıp yapılmadığını görmeye gitmiştim. Odunluğun yarım yamalak süpürülmüş olduğunu ve ortalık yerde irili ufaklı bir kaç taş parçası bırakılmış bulunduğunu görünce kolculara “bu ne biçim temizlik, bu taşları ne diye bıraktınız” diye çıkıştım ve bir ayak darbesi ile taşlardan birini bir tarafa fırlatmak istedim. Toz, toprağa karışarak asıl rengini kaybetmiş bulunan bu tas parçasının, darbeme çok fazla mukavemet göstererek pek az sürüklenmesi, dikkatim çekti. Hemen bu taşı yerden kaldırdım, baktım pek ağır. Kırdırdım, muayene ettim, gördüm ki iyi bir krom cevheri.’
Hüsrev Bey, devam ediyor, ‘ (Bunların kaynağını bulabilmek için) O günden itibaren bu numuneleri, havaliyi tanıyabilen köylü, esnaf, memur her önüme gelene göstermeye başladım. Aylar geçti buna benzer taşları hiç kimse hatırlayamadı.’ Ümidini kaybetmeden, yılmadan devam eden Hüsrev Bey, beş altı ay sonunda Halit ile tanışır, onun anlatımından sadeleştirerek alıyorum.
‘… nihayet bir gün Halit isminde bir askeri bana tavsiye ettiler. Bu adam Ergani madeninde uzun müddet jandarmalık yapmış. Krom nümü – nelerini kendisine gösterdim. O, ‘böyle taşları hatırladığını’ söyledi. Bunun üzerine Halît’e etrafta görünen serpantin kayaçlarını gösterdim, “A” dedi, bu renkli çürük kaypak taşlar Ergani madeninin doğusunda ve kuzey doğusunda pek çok yerlerde vardır. Fakat oralara hayvanla bile güç gidilir. Altı, yedi saatlik yoldur, köyler kom halindedir, sizin için teiniz bir yatacak yer bulmak mümkün değildir.’,, Ben ısrar ettim. Evvelâ Ergani madeninden giden katır yolunu takip ettik. Halit’in tarif ettiği köye yakın bir dere içinde ben krom cevheri parçalarını çakıllaşmış bir halde gördüm Fakat akşam olmuştu. O geceyi köyde pek rahatsız bir halde geçirdikten sonra, sabahleyin erkenden dereye inerek krom çakıllarını gördüğümüz yerden yukarı doğru dağa çıkarak yolumuza devam ettik, sonunda ana maden yatağını bulduk’
İşte ülkemizin en büyük krom madeninin bulunuş hikâyesi.
1934 yılında ‘Soyadı Kanunu’ kabul edilince, Abdullah Hüsrev kendisine soyadı olarak ‘Guleman’ soyadını aldı. Bu, bir gece yattıkları, sonrasında buldukları Madene en yakın köyün adıydı.
Yöre sarp ve sert kayalık bir bölgedir, o günkü tekniklerle çekilmiş bazı fotoğrafları aşağıya alıyorum.




O zamanlar üç beş evin olduğu köycük (mezra) olan Guleman’ın adı ‘Alacakaya’ olarak 90 lı yıllarda değiştirildi. Kümdikan, Sason, ve Sori hep maden yöreleri olarak Guleman gibi biz Madenciler için değişmez adlar. Aşağıdaki fotoğraf güncel, bunca zenginliğe karşın yoksul bırakılan Guleman yakınında çekilmiş, arkadaki sarp dağlar ünlü ‘Sori’ krom yatakları.

Gençliğimizde münazara-karşılıklı tartışma konusuydu, ‘Çok gezen mi, yoksa çok okuyan mı daha iyi bilir?’ ikilemi. Sanırım çok okuyan Hüsrev’le çok gezen Halid’in hikayesi bunun cevabı..
Sağlıklı günler dileklerimle,
(Kaynak; MTA Dergisi NO:13)
M. Meran Pakel
Dalyan, 1.12.2022
275 ( 47/22)