

Güzel yurdumuzdan bir yer, yukarıda fotoğraflarda gördüğünüz ‘Karabegan’. Yıllarca kendi özgün adını taşıyan bu yerleşim yerinin yeni adı ‘Arıcak’ olmuş, varsın öyle desinler benim anılarımda eski adıyla yaşıyor. Sırtını dayadığı dağlar ve gördüğünüz vadinin arkası Diyarbakır il sınırı. Karabegan ise Elazığ’ın İlçesi. Daha önce bir anımda paylaşmıştım, 1977 yılı yazında işte bu dağların arkasında ‘çinko madeni’ aramak için yeraltında galeri açıyoruz. İşte o günlerden birinde, fotoğrafta gördüğünüz dağların arka yüzündeki köyden bir adam ziyaretime geldi. Çalışan işçilerden o köyden olanlar, ‘Köyümüzün Muhtarıdır’ diyerek saygı ile karşıladılar. Muhtarın bir isteği vardı, bulundukları köyden ilçeye yani Dicle (eski adıyla Piran ilçesi) en az iki saatte gidebiliyorlardı, oysa dağın arkasındaki Karabegan çok daha yakındı. Sadece arazi biraz düzeltilse rahatça köylü oraya gidebilirdi. İş yerimizi yardımcım Ramiz İçel (Arazide çalışan her yalnız kişi gibi ‘içki’ içtiği için arkadaşları ona İçel değil ‘İçer’ soyadı ile takılırlardı, oğlunu da bir yerbilimci olarak yetiştirdi, jeoloji Mühendisi oldu) bırakıp Muhtarla birlikte köye yola çıktık. Köyde nefeslendikten sonra ara vermeden dağa doğru ilerledik. Yumuşak bir sırtı geçince, gözlerime inanamadım. Dümdüz bir yaylada insanın beline kadar yükselmiş otların arasında öyle çiçekler vardı ki bakmaya doyamazsınız, Renkleri, sıcak yaz gününde ışıkla çok daha çarpıcı, muhteşem bir görüntü veriyordu. Tüm yaylayı kaplayan otların arasından güçlükle ilerledik, ovanın bitiminde ayaklarımızın altında ‘Karabegan’ uzanıyordu. Yokuş aşağı inişte bazı büyük kayaların dinamitle patlatılması gerekiyordu, gerisini köylüler ‘Biz hallederiz’ diyorlardı. Muhtara, ‘Tamam’ dedim ‘Bu işi yaparım, ama bir şartım var. Biz devlet kuruluşuyuz, iş yerimin dışında böyle bir iş yaptığımın duyulmaması şart. Bana söz ver, sadece ‘Devlet yardım etti’ diyeceksen gerçekten yardım ederim. Böyle anlaştık. Çiçekli ovayı geçerken sordum. ‘Neden hayvanlarınızı buraya otlamaya getirmiyorsunuz?’ Yüzüme baktı, ‘Bey, bu otlar zehirlidir.’ Devam etti, ‘Bunu yiyen havyan hemen ölüyor’
Bizim aradığımız ‘Kurşun-çinko’ işte bu dağların altında, üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçti, bilgiyi değerlendirecek yer bilimcilerini halen bekliyor ne yazık.

Bu girişten sonra sizi çok uzaklara, Amerika’ya götürmek istiyorum. Yukarıda fotoğrafını aldığım çiçeğin vatanı orası. Latince adıyla kafanızı karıştırmak istemediğim için adını yazmıyorum. Daha çok Orta Amerika’nın Batı taraflarında görülen yaygın bir çiçek.
Aşağıdaki fotoğraf halen müze olarak kullanılan bu günkü kahramanımız Nancy’nin çocukluğunun geçtiği ev, Kentucky’de.

Nancy Hanks kalabalık bir ailede büyüdü, güçlü bir din eğitimi aldı. Thomas’la evlendi ve hayatlarını değiştirecek bir karar verdiler. Yeni kurulan bir kasabaya yerleşeceklerdi, bunun için Doğudan Batıya uzanan uzun bir yolculuk yaptılar. Sonunda İndiana’da yeni kurulan Spencer Country’de kendilerine aşağıda gördüğünüz evi yaptılar.

Nancy ilk çocuğunu Şubat ayında doğurdu adını Sarah koydular. İki sene sonra ilk çocuğu gibi ikinci çocuğunu da Şubat ayında doğurdu. Oğluna bağlı olduğu inançlara uygun bir ad verdi. Dokuz sene sonra kocasının adını verdiği bir oğlan çocuk daha dünyaya getirdi. Ancak Nancy aniden rahatsızlandı ve kısa bir zaman sonra hayatını kaybetti. Teşhis ‘Süt hastalığı’ydı, genellikle doğudan batıya göç eden insanlarda görülüyordu.
Tıp literatürüne ‘Süt Hastalığı’ olarak geçen bu ölümcül hastalığın nedenini bir ‘Ebe’nin merakına borçluyuz. Anne Pierce, bir köy ebesi olmasının yanı sıra, bir ‘Otacı’, günümüzün herbal tedavisini uyguluyor 1800lü yıllarda. Kendi üvey kız kardeşini ve annesini aynı hastalıktan kaybettikten sonra, onların yedikleri et veya içtikleri sütten bunun olabileceğini düşünüyor. Uzatmayalım, sonunda az sayıda kalmış yerli Şavni kabilesinden bir kadının yardımı ile size yukarılarda fotoğrafını verdiğim zehirli bitkiyi öğreniyor. Bu bitkiyi yiyen hayvana bir şey olmasa da, sütü ve eti zehirliyor, ona alışık olmayan insanları.
Bugün anlattığımız hikâyedeki Nancy, Abraham Lincoln’ün annesi, yolnuz Washington’a Limcoln Memorial’e düşerse belki bu şanssız ‘göçmen’ anneyi hatırlarsınız. Unutmadan ekleyeyim, Tom Hanks’ de Nancy Hanks’in akrabası, yetmedi aktör George Clooney’de.
Köy ebesi, Anne ise çok hayır duası alması yanında çok hediye aldı, neredeyse bir hazinesi oldu. Kocasının ölümünden sonra gönlünü bir kanun kaçağına kaptırdı Bixby soyadını aldı. Hazinesini bir mağaraya gömdü, halen bulunamadı. Merak eden olursa diye adresini yazıyorum Cave-in-Rock, Illinois,
Peki, Karabeğan yoluna ne oldu diye merak ederseniz, Muhtar sözünü tutmadı, bizden hemen sonra ‘..Parti yolumuzu yapıyor ‘ diye etrafa yaydı. Yolu yapmaktan vaz geçtik. Olan orada yaşayan çocuklar ve insanlara oldu. Bugün olsa o yolu sırf onlar için yapardım.
Sağlık ve mutluluk sizlerle olsun.
M. Meran Pakel
Dalyan, 19.03.2023
291 ( 12/23 )