

Fotoğraftaki kişi, İsidore Jules Bonheur, şu anda Kadıköy’de gördüğümüz ‘Boğa’ heykelinin yaratıcısı. Sanatçı bir ailenin dört çocuğundan biri. Babaları ressam, ablası ve kız kardeşi gibi İsidore ilk derslerini babasından öğreniyor. Tüm kardeşlerin konuları aynı, doğa ve hayvanlar. Resimle başlayan sanat hayatında ilerleyen yıllarda İsidore, heykele ilgi duyuyor ve 1848 yılında, 21 yaşında iken, seçkin sanatçıların eserlerinin sergilendiği ‘Paris Galerisinde’ ilk eseri sergileniyor. 1860 lı yılların ortalarında İsidore Bonheur artık ünlü ve varlıklı bir heykeltıraştır, işte bizim şu anda Kadıköy’de gördüğümüz heykeli bu yıllarda yaratmıştır. Alta aldığım resim 1867 Paris Uluslar arası Sergi alanını gösteriyor.

(Ünlü Eifel kulesinin yapılmasına daha yirmi iki sene var, alttaki resimde gördüğünüz Jena köprüsünün önündeki alana yapılacak.)

Serginin açılışı görkemli olmuştur, Avrupa’nın önde gelen ülkelerin hükümdarları atlara binmiş olarak Sergi Alanına gelirler.

Osmanlının Padişahı Sultan Abdülaziz’de 3. Napolyonun özel davetlisidir.
Sanat Eserlerinin sergilendiği ‘Salon 1865’ renkli vitray camlardan gelen ışıklarla, aydınlık ve bitkilerle süslüdür.


İşte Sultan Abdülaziz, bizim ‘Boğa’mızla ilk defa orada karşılaşır. İsidore tek değil iki boğa heykeli yapmıştır ayrıca bunun yanında yarattığı farklı hayvan heykelleri de sergilenmektedir. Sultan Abdülaziz bu salondan sadece iki ‘Boğa’yı değil resimde görülen geyik dahil birçok heykeli satın aldı. ( Boğa heykelinin Alman İmparatoru tarafından hediye edildiği şeklindeki anlatımlar pek gerçekçi görülmemektedir çünkü o tarihlerde Alman Birliği daha kurulmamıştır. )
Sultan Abdülaziz, her iki ‘Boğa’ heykelini Dolmabahçe sarayının girişine yerleştirilmesinin uygun olacağını düşünmüştür.

İsidore’nin boyalı bronz olarak döküm eseri ile, yetmiş sene sonra ben, ilk defa Dolmabahçe Sarayı önünde Saat Kulesinin yakınında karşılaşmıştım, daha sonra altmışlı yılların sonlarında onu artık daha sık olarak gittiğim İTÜ’nün basketbol maçlarının oynandığı ‘Spor ve Sergi Sarayı’nın önünde yalnız başına salonu beklerken görmeye alıştım.

Antik Grek Mitolojisinde, Zeus’un eşi Hera, çok kıskandığı Zeusun sevgilisi İo’yu beyaz bir ‘İnek’ şekline sokar. Onunla da yetinmez başına bir eşek arısını musallat eder, canı yanan İo bir atlayışta İstanbul Boğazını geçer ve karşı kıyılara yerleşir. İyonya adının bu efsaneden geldiği söylenir. İşte bizim ‘Boğamız’ da ne olduysa bir çırpıda Spor salonunun önünden alındı, karşı yakaya Kadıköy iskelesinin yakınlarına kondu.

Vapurdan inen veya giden telaşlı insanların çoğu zaman ilgisiz kaldıkları bu heykelcik, birden hatırlandı ve yeni yerine taşındı. Şimdi en azından bulunduğu yerde ilgi odağı.
Abdülaziz’in aldığı öbür Boğa’ya ne oldu bilmiyorum. Kim bilir belki ziyarete açılmayan saray veya köşklerden birinin bahçesindedir.
Diğer heykeller Cumhuriyet Meydanı ve Taksim Gezisinin düzenlenmesinden sonra Taksim Parkına yerleştirilmişti. Heykeller o kadar canlı gibiydiler ki, yanlarına biz çocuk olarak yaklaşmaya korkardık. Hele bir panter heykeli vardı, uzaktan gördüğümde ürperirdim. Salon 1865 de gördüğünüz geyik heykeli de uzun yıllar aynı parktaydı. ( İnternetten bulduğum bazı fotoğrafları altta paylaşıyorum )


Aynı geyik şimdi kolu bacağı kırılmış olarak Yıldız Parkında yaşamını sürdürüyor.

Peki, bizim ‘Boğamızın’ başka ikizi var mıydı derseniz. Evet, İsidore Jules, tüccar bir sanatkardı onların hikayesini yarına bırakalım, sağlıkla kalmanız dileklerimle.
M. Meran Pakel
Dalyan 09.04.2022
245 ( 17 / 22 )