‘Çetinkaya Tren İstasyonunda bir kış akşamı’…

Yukarıda fotoğrafta gördüğünüz Çetinkaya Tren İstasyonuna ilk katar 1936 yılının kışında girdi. Bir yıl gibi kısa bir zamanda Tecer Dağlarını aşmış, Karagöl Rampasını tırmanmış ve bu istasyona gelmişti.

Şimdi burada bir ara verip sizleri 1971 yılı kışına götürmek istiyorum. O yıl Sivas’tan başlayarak tüm Doğu illerimiz, çok sert bir kışla karşılaştılar. Kar yağıyor ve hemen arkasından don başlıyordu. Mazotla çalışan Lokomotiflerin problemi büyüktü, mazot donuyor tren kara saplanıyordu. Eski kara trenler, yani kömür kazanlı lokomotifler yeniden devreye sokulmuştu. Onların problemi ise daha büyüktü. Erzurum’dan tren kalkamamıştı, nedeni yakacaksız kalan halk, trene saldırmış ve kova kova trenin kömürlerini almışlardı, çaresizlikten. Batıda özellikle Soma’dan açık vagonlarla Doğu illerine gönderilen kömürler daha yollarda boşaltılıyordu. Kapalı yük vagonları ile gönderilen bir katarın vagonları işte bu Çetinkaya istasyonunda tren beklerken, vagonların altına giren vatandaşlar, balta ile ahşap tabanları kırmışlar, tren giderken vagonlardan yola dökülen kömürlerle ısınabilmişlerdi.  

O günleri canlandırdıktan sonra anımızı yazmaya başlayalım.

Divriği Madeninde çalışıyoruz. Benden iki sene önce aynı okuldan mezun arkadaşım Necdet’le Savaş) (ilerleyen yıllarda İskenderun Demir Çelik Genel Md.) birlikte Malatya’ya gitmek için hazırlandık. Sabah onda gelecek Posta treni ile Çetinkaya’ya kadar gidip, oradan akşam treni ile Malatya yönüne aktarma yapacağız. Onda gelmesi gereken Posta treni akşamüstü dörtte geldi. Trene bindik, ama bir türlü kalkmıyor. İstasyon Şefini tanıyoruz, nedenini sorduk. ‘Hat kontrol ediliyor, raylarda kırık var mı? diye cevapladı. O yıllarda özellikle kış aylarında donma tehlikesi varsa, ağır yük taşıyan uzun maden katarları geçerken donma derecesine gelmiş demir raylar bu sefer sürtünme nedeniyle aşırı ısınıyor ve tren geçtikten sonra kendiliğinden çatlama yapıyordu. Bunu anlayabilmek için her istasyondan iki işçi birbirinin omzuna bir ellerini dayar ve diğer ellerinde ince uzun demir çekiçleriyle raylara vurarak hızlıca ilerlerler. Karşıdan gelen arkadaşları ile buluşma noktasındaki küçük kulübede bir araya gelir, oradan İstasyona ‘Sağlam’ haberini gönderirler. İşte İstasyon Şefi, Dispeçere gelen bu haberden sonra trene yol verir. Trenin devrilmesindense geç gitmesine razıyız. Bir buçuk saatlik yolu durup kalkarak gittik ve Çetinkaya istasyonuna indiğimizde saat akşamın on biriydi. Tabii Malatya treni çoktan gitmişti.

Karlar içindeki bu istasyonda, kalırsak donmamız işten değildi, Karda yürüyerek tek tük ışığın yandığı bir yerde açık bir kahve bulduk, içeride soba yanıyordu ve sıcacıktı. ‘İyi, sabaha kadar burada bekleriz’ diye düşünürken, kahveci bizden başka kimsenin olmadığı kahvede toparlanmaya başladı. ‘Kusura bakmayın beyler, kapatıyorum’ dedi. Çaresiz dışarı çıktık. Gidecek tek bir yer vardı, ‘Yürü Necdet Karakola gidelim’ Küçücük yerleşim yerinde Karakolu bulmamız zor olmadı. Karakol komutanı bir subaydı, kendimizi tanıttım, ‘Bizler devlet Memuruyuz, kalacak yer yok, burada yatacağız’ dedim. Komutan genç bir subay, düşündü, ‘İyi ama burada benim sayılı yatağım var onlarda da erler yatıyor.’ ‘Donalım mı?’ diye sordum. İki askeri kaldırdı, ‘Gidin bekçiyi bulun’ dedi. Gece yarısını çoktan geçmiş, askerler gitti, bir müddet sonra elinde gaz lambası bir adam geldi. ‘Al bu arkadaşları, onlara yatacak yer bul’ Bekçi ile düştük yollara, Karanlık ara sokakta sadece beyaz karları görüyoruz, bata çıka ilerliyoruz. Bir binaya geldik. Kapıyı çalmaya başladı, neden sonra kapı açıldı. ‘Komutan gönderdi bu arkadaşlara yatacak yer verecekmişsin’ İçeri girdik, kör bir ışık yanıyor. Burası Çetinkaya’nın hanıymış. Büyükçe bir salonun ortasında bir soba hafif hafif yanıyor. Sobanın etrafına yan yana daire şeklinde, ayak uçları sobaya doğru yataklar dizilmiş. Necdet, boş bir yatağı görünce hemen oraya yöneldi. Meğer o hancının yatağıymış. Diğer yatakların hepsi dolu, fenerle önümüze düştü, merdivenleri çıktık, bir küçük odayı açtı iki yatak var, içeri daldık. Soba filan yok, içerisi buz gibi. Üstümüzdeki deri gocukları bile çıkarmadan yataklara girdik, soğukta uyumak ne mümkün. Ben kalktım, yere serili toz içinde küçük bir halı var iki yatağın arasında, tozluna aldırmadan yorganın üstüne attım, güzel bir uykuya daldım.

Sabah gün başlarken Necdet uyandırdı, hiç uyumamış, ‘Uykuda donarsın diye hep kalktım seni kontrol ettim’ demişti sevgili arkadaşım.

Bu istasyonun açılışından tam otuz beş sene sonra yaşadığımız o geceyi, nasıl zor şartlar altında, kısa zamanda, demiryolunun yapılabildiğini anlatabilmek için yazmak istedim.

Sağlıkla kalmanız dileklerimle.

M.  Meran  Pakel

Dalyan, 16.09.2022

263  (35/22)  

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s