

İstanbul’da, Salıpazarından Karaköye giden yolun her iki yanında toptan elektrik malzemeleri satan dükkanlar vardı. Yüksek Kaldırım yokuşuna geldiğinizde önünüzde Bankalar caddesi biraz solunuzda Haliç’e paralel uzanan hırdavatçılar nalburiyeler ve demir tüccarlarının olduğu cadde görülürdü. İşte bu elektrik malzemeleri satan birbirine bitişik dükkanların arkasında, İstanbul’un kurumundan isle kaplanmış ancak dar bir ara sokaktan girilen bir cami vardı. Önündeki binalar yıkılıp, temizlenince ortaya inanılmaz güzel bir eser çıktı. Bu caminin adı Kılıç Ali Paşa camisi. Önce size onun yapılış hikayesini anlatayım;
Uluç Ali Paşa 1571 sonbaharında İnebahtı deniz savaşından İstanbul’a döndüğünde ona yeni bir görev verildi. Artık o Kaptan-ı Derya ve adı Uluç yerine Kılıç olarak anılacaktı. Yaşı yetmişi geçmişti. 1500 lü yılların ortalarına gelindiğinde tek bir dileği vardı, bir fırsatını bulup yeni padişah 3. Mehmet’le yalnız görüşmek. Sonunda bu gerçekleşti, 28 yaşında ve saltanatı sadece “harem” olarak gören onikinci Osmanlı Padişahının karşısında 76 yaşındaki bu gün görmüş deniz adamı boynunu bükerek “bir cami yaptırmak istediğini ve ona bir yer verilmesini” arz etti. Aldığı cevap “sen bir deniz adamısın, denizci adamın karada işi ne, var git denizde istediğin yere yap” yıkıldı, huzurdan ayrıldı. Topkapı sarayının avlusuna çıktığında morali bozuktu, Büyük Mimar Sinan’la karşılaştı. Sinan ondan onbir yaş büyüktü, derdini dinledi, koluna girdi ve onu teselli etti. “Sen canını sıkma madem ki sana denizde istediğin yere yap diye izin vermiş ben sana denizin içinde bir cami yaparım.” Ve sözünü tutar. Bazı yazılarda yazıldığı gibi denizi doldurarak değil, Haliç’in Marmara’ya bakan ağzında alüvyon ve çakıl taşlarının üzerine, denizin içinde inşaata başlar. 1580 de cami bittiğinde Sinan 91 yaşındadır. Ne inanılmaz bir enerji ve çalışma, ama daha önemlisi camiyi ilk görenler şaşırır. Nedeni Cami Ayasofyanın birebir aynısı yalnız küçüğüdür. Neden böyle yaptığını bilmiyoruz nasıl yaptığını da, çünkü büyük mimar geriye hiç bir çizim yazı ve kroki bırakmadı. Oysa ondan az önce yaşamış çağdaşı Leonardo ne yapmışsa çizmiş, belgelemiş. Bugün mimarların temel kitabı olan “Neuferd” in kapağında onun çizimleri vardır. Büyük Mimar Sinan’ın köprüleri sellerden etkilenmemiştir. Edirnedeki Selimiye camisine, üç müezzin birbirini görmeden aynı anda çıkarlar. Bütün bunlar Zemin mekaniği, hidrostatik, hidrodinamik ve helisel açılımları çizmeden bilmeden yapılamazdı. Mutlaka hesapladı . Neden yazmadın Koca Sinan, bize bilgilerini neden vermek istemedin ? Koca Sinan 99 yaşında vefat ettiğinde arkasında yüzlerce eser bıraktı, ama hiç birisinin ne çizimi ve belgesi vardı.

Sinan’ın ölümünden tam 295 sene sonra Avusturya’da bir çocuk dünyaya geldi. Adı Karl’dı görevi Sinan’ın bize bırakmadığı hasis ve egoist davranarak gizlediği bilgiyi bilime vermekti. Ve kader onu İstanbul’a getirdi. 12 Eylül 1916 günü geldiği bu şehri “gözlerime inanamadan bakıyordum bu güzellik muhteşem yapılarla bütünleşmişti beni kendine doğru çekiyordu.” diye ifade edecektir anılarında. İstanbul Teknik Üniversitesinde ders vermeye başlar, kafasındaki ” bu zeminde bu büyük yapılar nasıl yapılmış zemin bunları nasıl taşıyor” sorusunu araştırır. İstanbul’un çürük grovvak taşlarını inceler. 1924 yılında kitabını yayınlar ve artık onu bütün dünya “Zemin Mekaniği”nin kurucusu olarak tanıyacaktır. Ah Koca Sinan neden yazmadın! Sen ki depremden çatlayan Ayasofya’yı ayağa kaldıran destekleyen, her yapacağın binanın temelini attıktan sonra en az altı ay bekleyip oturmalara göre hesaplayan, daha neler yazayım ki… Ne yazık ki bugün dünya Karl von Terzaghi’yi tanıyor, seninse eserlerine bakıp bir an için heyecanlanıyorlar…
Kılıç Ali Paşa Camisi ile sözlerimizi bitirelim. Sinan bu binayı 91 yaşında yaparken denizin içine yüzlerce katranlı ağaç çaktı. (Madem yazı bırakmadı nereden biliyorsun derseniz. Yeni Galata köprüsünü 1990 lı yıllarda STFA yaparken Köprünün Eminönü tarafında Sinan’ın yanında yetişen kalfalarının yaptığı Yeni Caminin önlerinde zemini güçlendirmek için çakılan eski kazıkların bir kısmı çıktı.) Camiyi bugün gördüğünüz yüksek binaların temelini oluşturan kazık sistemi üzerine oturttu. Altı deprem geçirdi. Çatlamadı. Ama Ayasofya gibi gövdeyi kendi buluşu olan yarım ay payandaları ile desteklemişti. Yolunuz düşerse bir de bu gözle inceleyin. Öfkelenmekte haklı mıyım..?
M Meran Pakel
Dalyan, 29.03.2019